Siz önce Beşar Esad’la çektirdiğiniz “hatıra fotoğrafının” hesabını verin, “Köy Enstitüleri” meselesini sonra konuşuruz.
Hep diyoruz ya, arkadaşların iktidara gelmek gibi bir derdi yok diye...
Bunu, İzmir Nutkunda genel başkanları da itiraf etmişti; “Bizim CHP’yi iktidara taşımak gibi bir hesabımız yok...”
Etkili muhalefet yapıp, bugünkü kötü iktidarı halka anlatacaklarmış. Birinci öncelikleri buymuş.
İkinci öncelikleri de, herhalde, tek parti döneminin faşist kurumlarını hayata geçirmek olacak...
Kapalı devre parti toplantılarında, şurda burada hâlâ “Köy Enstitüleri” edebiyatı yapıyorlar.
Destekçi neşriyata (yani “yandaş”CHP yayın organlarına) bakın, kıyıda köşede bu özlemi dile getiren yazılara ve “düşünenlerin düşüncesi”ne rastlayacaksınız.
Paralel olarak da, elbette “Halkevleri” nostaljisi...
Bu türküyü, 28 Şubat sürecinde de çığırmışlardı... “Sosyal demokrat” etiketiyle ortalıkta dolaşan birtakım kasaba politikacıları, İmam Hatip Liseleri’ne alternatif olur düşüncesiyle Köy Enstitüleri’ni “yeniden ihya” gayreti içine girmişlerdi ama darbeci kadroyu ikna edemedikleri için (daha doğrusu, “devrimin soluğu” yetmediği için) bu düşünce akim kalmıştı.
İmam Hatipler gidecek, Köy Enstitüleri gelecekti.
Dinci bir içeriğe sahip olan İstiklal Marşı’nın yerine de 10. Yıl Marşı ikame olunacaktı.
Kafa buydu.
Bu kafada devam ettiklerini görüyor ve üzülüyoruz. Daha doğrusu, seviniyoruz.
Köy Enstitüleri 17 Haziran 1940 tarihinde kuruldu. Amaç, köy çocuklarını alıp eğitmek, tek parti totalitarizmine memur yazmaktı.
Allahtan, köylü bu kuruma güvenmiyordu.
Dolayısıyla, bu kurumdan yetişme aydınlara da güvenmiyordu.
Kemal Tahir’in “Bozkırdaki Çekirdek” romanını okuyun. Mutlaka okuyun...
Bu “güvensizliğin” nedenlerini bulacaksınız.
Bakın bir yazarımız ne diyor: “Köy Enstitüleri’nde temel özellik, mediokrasi tabir edilen ve tek parti ideolojisine ilke oluşturan vasatlığı yaygın bir ortak payda haline dönüşmesinde odaklanmıştır. Zira bu okullar, istisnalar müstesna, mürekkep yalamış cahil üretmiştir. Buradaki eğitim sistemi, ‘halkçı’ geçinen ve ‘ilericilik’ babında mangalda kül bırakmayan, ama aslında ne halk ne de aydın olan ‘vasat ordusunu’ oluşturmuştur... Kâzım Karabekir’in daha TBMM’deki tartışmada saptadığı gibi, Köy Enstitüleri, ‘az görgülü yarı münevverlerin nüfuz ve maddi manevi tahakkümünü’ yerleştirmiştir. Zaten cüret cehaletten geldiği için, enstitülü zevatın ‘ileri’ kültürü, kasaba meyhanelerinde ‘sol nutuk’ çekmek, asla edebî ve beşerî değeri olmayan kitaplar yazmak veya sanki çok matah bir şeymiş gibi, Müslüman kimlikli Türkiye halkına domuz eti yemeyi öğütlemekle sınırlı kalmıştır.”
Buydu...
Siz bu kafada devam edin.
Boş kaldıkça da Beşar Esad’la hatıra fotoğrafı çektirin.
HAMİŞ: Ben “orta”yla “ortanca” arasındaki farkı biliyorum da, sen göndermenin ne olduğunu biliyor musun? “Ortanca büyüklükte” diye yazmış olsaydım, haklı olurdun. Vurgu özellikle “ortanca” sözcüğüne yapılmıştır. Bu bir göndermedir, yani atıftır ve burada “orta”yla “ortanca” arasındaki farkı bilmeyen “orta büyüklükteki yazar” makaraya alınmaktadır...