Eski Kemalizm’den kurtulmuşuz ama “diğerine” (yani “dinci” olanına) yakalanmışız.
Kurtulduğumuz “Kemalizm”in alamet-i farikası darbe yapmak, siyasete müdahale etmek ve amansız bir “vesayet rejimi” kurmakmış.
Böyle diyor arkadaşımız...
Peki, “Dinci Kemalizm”in alamet-i farikası neymiş?
Şuymuş:
Uludere’nin hesabını vermemek, bazı yazarları susturmak, Başbakanlıkla yetinmeyip Cumhurbaşkanı olmaya çalışmak...
Kemalizm böyle bir şeyse, “Operada mescit mi? Aman Allah’ım... Ben şu seçkin ve Paşa torunu halimle klasik müzikten hoşlanmazken, bu dinciler nasıl olur da Verdi dinler?” diye ünlemek ya da “İzmit’teki kadınlar plajı halkın tepkisiyle karşılaştı” diye haberler yaptırmak ne?
Liberal Kemalizm mi?
Uludere’nin hesabını vermemek Kemalist bir yordam mıdır bilmiyorum ama “Dinci Kemalizm” kavramını ortaya atan arkadaşımızın, iddiasına inandırıcılık kazandırmak gibi bir derdi varsa, susturulan yazarlardan da (kim tarafından susturulduğunu da ekleyerek) birkaç örnek sunması gerekiyor.
En “susturulası” (!) yazarlar Sözcü’de, Cumhuriyet’te, Yeniçağ’da, Milli Gazete’de, Aydınlık’ta, Hürriyet’te, Milliyet’te, Vatan’da, Yurt’ta Posta’da, Yeni Şafak’ta, Taraf’ta, Bugün’de, Zaman’da, Akşam’da ve yüzlerce medya sitesinde şakır şakır muhalefet yapıyor ve kimse de “Niye yazıyor bu adamlar?” demiyor.
En huysuz muhalif Emin Çölaşan yazıyor...
Bekir Coşkun yazıyor.
Daha coşkun bir görüntü sergileyen Ahmet Hakan Coşkun yazıyor.
Mehmet Yakup Yılmaz’ımız yazıyor... Ki, köşesi üç parçalı olduğu için, her gün üç adet “çaktı” yazısı döşeniyor.
Kelimelere dans ettirme becerisine sahip Ahmet Altan yazıyor.
Doymuyor, ertesi gün bir daha yazıyor.
Doymuyor, bir daha...
Böyle böyle, bir yıl içinde tam 865 adet “Uludere” yazısı yazdı.
Hırsını alamadı, “Kof kabadayı”, “sefil”, “zavallı”, “garson yamağı” diye saydırmaya başladı...
Bunu eski Kemalistler döneminde yapmaya kalkışsaydı, Eşref Edip gibi, Hüseyin Cahit Yalçın gibi, Ahmet Emin Yalman gibi İstiklal Mahkemeleri’ni boylardı.
Dinci Kemalistlerin yapabildiği tek şey, hakareti “yargı”ya taşımak, oradan da sonuç alamamak...
Bunu da mı yapmasınlar?
Haa, ille de “susturulmuş yazar” arıyorlarsa, birini biliyorum...
Eski bir başyazar...
Hani gazetesiyle ilişkisi kesilmeden önce “Teşekkürler Sayın Başbakan” diye yazılar yazan, köşesi elinden alındıktan sonra da “cami ve kışla” metaforuna sarılan liberal ağabeyimiz. Ki, “Teşekkürler Sayın Başbakan” yazısıyla “çekirdekten yandaş” olanlara tur bindirmiştir.
Bilebildiğim kadarıyla, “eksik” ya da “fazla” yandaşlık yaptığı için değil, saygısızlık yaptığı için köşesi elinden alındı.
Hem, ortada kalmış değil... Gidecek yeri var... Ağabeyinin yönettiği gazetede yazıp, istediği muhalefeti yapabilir, istediğine tur bindirebilir.
Küfürbaz ve cahil cühela takımına yazdıran “ağabey”, kardeşinden bir sütunu esirgemez herhalde.
HAMİŞ:
Bir aşağılama sıfatı olarak “dinci”, eskiden Emin Çölaşan, İlhan Selçuk, Emre Kongar, Bekir Coşkun, Mine G. Kırıkkanat ve Ruhat Mengi gibi yazarların kullanım alanındaydı...
Bize “tanımlamaların” ve “yaftalamaların” ne kadar da kötü bir şey olduğunu öğreten Taraf gazetesinin başyazarı, bu güzel alışkanlığı tevarüs etmiş durumda...
İki yazısından birinde, mutlaka bir “dinci” aşağılaması...
Biz “ağzını bozdu” sanıyorduk.
Kalbini de bozmuş.