Seçimden sonra ülkenin hükümetsiz kalmaması için üzerlerine düşeni yapacaklarını söylemişlerdi.
Aradan on gün geçti, söylem aynen devam ediyor ama eylem tarafı, “ses var, görüntü yok” durumunda...
Hatta mevcut durumu, Ziya Paşa’nın “Âyinesi işdir kişinin, lafa bakılmaz” kriterine göre değerlendirirsek, bu tablodan kolay kolay hükümet çıkmayacağını bile söyleyebiliriz.
Zira bırakın koalisyonu, tek başlarına iktidara gelseler bile yapamayacakları şeyleri şimdi “koalisyon şartı” diye sıralıyorlar...
Biz, gençlerin koalisyonu bilmediğinden yakınıyorduk ama bunların durumu daha vahim.
Veya hesap bilmiyorlar...
(Hesap deyince aklıma geldi. Sayın Kılıçdaroğlu, madem Türkiye’yi ikiye bölüyorsun bari doğru yerden böl; yüzde 40’a yüzde 60 değil, yüzde 41’e yüzde 54...
Ayrıca bu yüzde 54’ün içine soktuğunuz partiler kendi deyimleri ile “Yılanla aynı torbaya” girmişler ki, Allah akîbetlerini hayreylesin...)
Kendinize gelin beyler...
Mevzuya dönelim.
Gerçekten ülkeyi hükümetsiz bırakmama konusunda samimi iseniz önce “oyunuz kadar” konuşmasını öğrenmelisiniz.
Yani, seçimden önceki vaatlerinizi oy oranınıza göre revize etmek zorundasınız.
Oysa Sayın Kılıçdaroğlu koalisyonu “Başbakan olmak” şeklinde algılıyor!
“Bu olmayacaksa dönüşümlü başbakanlık olsun ama Meclis başkanı bizden olsun, bütün icracı bakanlıklar bizim olsun, seçim öncesi halka verdiğimiz bütün sözler yerine getirilsin...” diyor.
Başka?..
Dürüst olun beyler... Bunlar aslında “Biz yokuz” demenin öbür adı.
Oylarınızın “farklı” olduğunu düşünmüyorsanız, AK Parti, en büyüğünüzden yüzde 64 daha fazla pazarlık gücüne sahip...
Diğerlerinize göre üstünlüğünü de kendiniz hesaplarsınız.
Çünkü suçüstü yakalandınız
Seçimlerden önce “Yine biz bol keseden atarız, AK Parti gelince de, ‘Biz iktidar olsaydık yapacaktık’ diye AK Parti’yi sıkıştırırız” diye düşündünüz ama millet bu oyunu bozdu.
Şimdi çıkmazdasınız ve patinaj yapıyorsunuz.
Çünkü hükümet olursanız, AK Parti’nin size rağmen yaptıklarından daha fazlasını yapmak zorundasınız ama yapamayacağınızı adınız gibi biliyorsunuz. Onun için sağa sola yalpalayıp duruyorsunuz.
Gerçi Sayın Kılıçdaroğlu’na biraz haksızlık ediyoruz sanırım!
Kendileri önceki gün PM’de saatlerce konuştu, değinmedik konu bırakmadı ama “Sadece AKP’nin uhdesinde değil, biz de yürütürüz” dediği Çözüm Süreci’ni, “MHP’yi kızdırıp başbakanlıktan olurum” endişesiyle; ağzına bile almadı.
HDP’nin ve HDP yüklenicilerinin işi çok zor
AK Parti’nin önünü kesmek için bütün gayrimeşru yöntemleri kullanarak bu partiyi barajdan çekip çıkaranlar...
Şimdilerde, “Biz yaptık” diye gururlandığınız “proje”nizin sonuçları tam olarak ortaya çıktığı zaman da umarım aynı yiğitliği gösterip, paralel müttefiklerinizle birlikte bu “eserinize” sahip çıkarsınız.
Zira sazlı sözlü PR’larla, kapı kapı dolaşan “abla”larla, allayıp pullayıp “Türkiye Partisi” diye yutturduğunuz bu parti ile birlikte PKK ilk defa kurumsallaşarak Meclis’e girmiştir. Bu basit bir olay değil, ABD’nin bizzat yönettiği bir oyundur.
Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması ile birlikte DEAŞ’ı özellikle Tel Abyad bölgesine yönlendirerek, “DEAŞ’ı bombalıyoruz” ayağına halkı Türkiye’nin başına sarmak ve boşalan çok stratejik sınır bölgesini de PKK’ya sunmak bu oyunun sadece ilk bölümüdür.
Yerli işbirlikçiler için Türkiye’nin ne önemi var ki...
“Yaşasın AKP ve ‘diktatör’e karşı küresel işbirliği!.. Yaşasın İsrail dostluğu!”
KAFAMA TAKILANLAR..
Sadece ‘Hatırat’ mı Sayın Sever?
11. Cumhurbaşkanı Gül’ün görev süresi boyunca yanından ayrılmayan Sayın Ahmet Sever bir kitap yayınladı.
“Ne var bunda” diyebilirsiniz.
Ama...
Bu kitap, ‘basın danışmanı’ sınırlarını aşan kritik hadiselerden oluşuyorsa,
Bu bölümler belli kişi ve kişilere karşı bir bakış açısı ile kaleme alınmışsa,
Kitapta adı geçenler, kendileri ile ilgili ifadeleri yalanlamışsa,
Kitap, koalisyon pazarlıkları esnasında yayınlanmışsa,
Kitabı, Doğan Grubu yayınlamış ve PR’ı için bütün grup seferber olmuşsa...
Yine de masum bir “Hatırat” mı diyeceğiz Sayın Sever?..