Bilmem ki, internette, şurada burada laf dolaştıran arkadaşlarımıza nasıl beğendireceğim kendimi?
Bu günün “şanslı” ismi Ömer Laçiner...
Bugün de reyting için seviyeyi düşüreceğim; aynı isimler, aynı konular, aynı yerli-yersiz basit çakma-hitap tarzı bileşkesi içinde Allah ne verdiyse yükleneceğim.
Böyle söylüyor, aynı gazetede yazdığımız bir arkadaşımız; seviyeyi düşürdüğümü, bunu da reyting için yaptığımı, “aynı isimler, aynı konular, aynı yerli-yersiz basit çakma-hitap tarzı” bileşkesi içinde yazılar yazdığımı, bu durumun “ülkemiz adına büyük bir talihsizlik” olduğunu “paylaşıyor”sosyal medya aracılığıyla.
Bu şekilde bir “paylaşımda” bulunduğu için de, bir sürü küfür ve hakaret mesajıyla karşı karşıya bırakıyor beni...
Keşke hakkımdaki düşüncelerini direkt paylaşsa... Ulaşılamaz biri değilim.
Başkalarının karnının şişini indirmesine aracılık etmese...
Biraz da nezahet çerçevesinde yöneltse itirazlarını...
Ben onun yazılarını (rast geldikçe) okurum; “yakın tarih” konusundaki düşüncelerini ciddiye alırım, yararlanırım, daha sıklıkla yazmasını isterim. Bunu açık kanallarda ilk kez dile getiriyorum ama bu düşüncelerimi gazetemizin yöneticileriyle çok paylaştım. Canı sağ olsun...
Ömer Laçiner’le devam edelim:
Gezi olayları, sıklıkla yazıldığı ve vurgulandığı üzere, sadece bir çevre kalkışması değildi. Kimine göre Başbakan’ın nobran üslubuna yönelik bir tepkiydi, kimine göre yaşam biçiminin tehlikede olduğunu düşünen Beyaz Türk kesiminin “istikbaldeki” tiranlara verdiği ağır ve acıtıcı bir cevaptı, kimine göre bir darbe girişimiydi...
Kimilerine göre de, Türkiye’yi karıştırmak isteyen lobilerin mevzun bir operasyonuydu.
Herkes meşrebine ve durduğu yere göre “yaklaşımlardan” birini benimseyebilir.
Bana göre de Gezi olayları, başkalarının ispat-ı vücut etmesinden hoşlanmayan ve tarihsel bir imtiyazdan geldiğini düşünen kesimlerin, o başkalarına (kentin yeni sakinlerine) yönelttiği “kültürel bir itiraz”dı.
Bu itirazın, var olan kutuplaştırmayı daha da derinleştirdiğini ve kronik hale getirdiğini söylemek mümkün.
Kendisini beyaz, seçkin, imtiyazlı addeden kesimle, zaten tarihsel bir imtiyazı kullanan kesim (yani birtakım siyasal gruplar), “ortak düşman” temelinde hemen kaynaşıverdi. Ve ortaya bir “yekûn” çıktı.
Bu yekûn içinde, Ömer Laçiner gibi düşünen “sol teorisyenler” de var.
Ömer Bey, Gezi olaylarını yücelten ve idealize eden yazılar yazdı.
Bu olayların “özgürleşme isteğinden” kaynaklandığını anlatmaya çalıştı.
Bence anlatamadı.
Neyse, konumuz Ömer Bey’in Gezi olaylarına hangi tarafından yaklaştığı değil.
Konumuz, Ömer Bey’in “görüntü isterim, başka da bir şey istemem” diye tutturması ve itirazlarını “pornografik bir meraka” dönüştürmesi.
Biliyorsunuz, Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu’nun gelini, Gezi olayları sırasında Kabataş’ta saldırıya uğramıştı. Saldırganlar, sadece “kuru saldırıyla” kalmadılar; cinsel çağrışımı olabilecek başka fiili davranışlarda da bulundular.
Bir hanımefendi, “Bana bunları yaptılar” diyorsa, en azından nezaketen inanırız. Ya da inanmayız.
Ömer Laçiner’in yaptığı gibi, “Görüntü nerede? Görüntü isterim!” demeyiz.
Böyle dersek, ayıp etmiş oluruz.
Nitekim inananlar oldu, inanmayanlar oldu.
İnanmayanlar arasında, ne yazık ki “beyan esastır” fikriyatını savunanlar da var ama burada (nedense) beyanı esas saymadılar. Bir “beyan” üzerine, “Polis karakolda Gezi eylemcisi kadınları çırılçıplak soydu” haberini, hem de büyük bir iştahla dolaşıma sürdüler ama Kabataş’ta saldırıya uğrayan hanımefendi için “pornografik görüntü” arayışına girdiler.
Kabataş hadisesi yargıda...
Mahkeme nasıl bir karar verir bilemem ama hâkimlerden önce Ömer Laçiner’i tatmin etmemiz gerekecek. Öyle görünüyor...