Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan, Mehmet Acet’in Kanal 7’de sunduğu ve Fadime Özkan’la beraber katıldığımız İskele Sancak programında, “Öcalan’ın, silahlı grupların Türkiye’yi terk etmesine yönelik olarak, 2013 Mart ayında Nevruz meydanında okunan mektubundan daha farklı ve somut bir çağrısı olur mu, böyle bir şey hissediyor musunuz?” şeklinde sorduğum soruya şu cevabı verdi:
“Olması gerekir. Böyle bir çağrıyla bu noktaya gelinmesi önemli bir aşama olacaktır. 2013 nevruzunda Öcalan’ın verdiği mesaj, ‘artık silah dönemi geride kalmıştır, silahlar sussun, fikirler konuşsun, silah ve terör değil demokratik siyasetle bu meseleler hallolabilir.’ Bu anlayışın yerleşmesi çok önemlidir. Yani silah bırakmadan önceki aşama silah bırakma fikriyatının kabullenilmesidir. Bu noktada bir mesafe kat ediliyordu. Ama Kobani olayları, bölgesel gelişmeler, bu paradigma bir sarsıntı geçirdi. Yani silah bırakma fikriyatı yerine bir şekilde silah geçer akçe, yani bölgede bir sürü örgüt var, birbiriyle mücadele ediyorlar, birtakım alan hakimiyeti kurma çabaları var Suriye’de, Irak’ta vs. Yani burada ‘Silah olmazsa biz tutunamayız, amacımıza ulaşamayız’ gibi, farklı eğilimler güç kazanmaya başladı ve bu paradigma aslında sarsıldı. Bunun tekrar güç kazanması gerekiyor. Bu noktada Öcalan’ın bu süreçte daha ileri, geçen seferin bir adım ilerisinde mesaj vermesi önemli olacaktır elbette. Bir silah bırakma hadisesi yaşanacaksa öncelikle bunun fikri zemini, psikolojik zemini, siyasi zemini önemlidir.”
Öcalan’ın Mart-2013 mesajı maalesef hak ettiği muameleyi görmedi. Geri çekilmeler konusunda daha sonra görüşmecilerine aktardığı mesajları Kandil görmezlikten geldi. Aynı yılın en geç sonbaharında geri çekilmeler tamamlanacakken, PKK geri çekilir gibi yaptı, ama geri çekilmedi.
Hükümet Öcalan’dan şimdi daha somut mesajlar bekliyor anladığım kadarıyla...
Ayrıca, Sayın Yalçın Akdoğan’ın İskele Sancak’ta yaptığı açıklamalar, hükümetin sanıldığının aksine ciddi bir muhasebe yaparak yola devam ettiğini ortaya koyması bakımından önemliydi.
Akdoğan, uzun yıllara dayanan bir şiddet deneyimi ve pratiğinden gelen bir hareketin, demokratik tercihler yapmasının çok kolay olmadığını ifade etti.
PKK’nin çözüm sürecinde silahsızlanması ve ilk etapta silahlı mücadelenin bırakılması için güçlü bir siyasi, sosyal ve psikolojik zeminin hazırlanması gerektiğinin altını çizdi, ama bunu zorluklarının da görülmesi gerektiğini söyledi.
Akdoğan haksız sayılmaz. Kürt siyasetinde maalesef silahlı mücadeleyi sona erdirmek için, bunun zeminini ve psikolojisini hazırlamak yönünde değil, ama tersi yönde bir hazırlık yapıldı. Silaha, şiddete ve çeşitli terör eylemlerine dayalı olarak bölgede egemen hale getirilmek istenen psikolojinin Cizre’de hangi aşamaya vardığını görmek çok üzüntü verici.
Cizreliler daha iyi hatırlar ve daha iyi bilir, ama Cizre’de 1990’lı yılları aratmayan bir ortamın adım adım hazırlandığı da bir gerçek. Cizre’de 90’lı yıllarda faili meçhul cinayetler devletle alakalı güçler yani JİTEM ve benzeri yapılar içinde aranıyordu, ama şimdi işin seyri bambaşka...
Devlet uzun bir dönemdir, Kürt vatandaşlarıyla kendi arasına şiddeti hiçbir şekilde sokmamak için azami çaba gösteriyor. Yalçın Akdoğan bu çabayı da hatırlattı, ama istismar edilmemesini istedi.
Cizre olayları, şu tarafın bu tarafın provokasyonu olarak anlaşılabilecek bir hadiseler bütünü olmaktan çok uzaktır. Provokatörler eğer provokasyona uygun bir zemin yoksa, provokasyon filan yapamazlar. Bu zemin varsa, işleri epey kolaylaşır.
“Bu ‘kolaylığı’ Cizre’de sağlayan kimdir” sorusuna sağlıklı bir cevap aramak gerekiyor.
Öcalan’dan daha ileri bir açıklamanın belki de ilk mesajlarını halka aktarmak için Cizre’ye giden DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle’nin, Öcalan’ın mesajlarını bir miting alanında açıkladığı gün, 12 yaşında bir çocuk öldürülüyor. İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala’nın, ilçeye bir araştırma heyeti göndermeyi kararlaştırdığı gün ise, kaymakamlık binasına roketatarlı saldırı yapılıyor. Provokatörler, şu bu tamam da, siz hiç elinde roketatarla dolaşan provokatör duydunuz mu?
Her şey bir yana, işittiğime göre, Sayın Hatip Dicle’nin, “yüzümüzü artık örtmememiz ve hendek kazmamamız gerekir” şeklinde ve Öcalan’ın bir talebi olarak söylediği sözler, bazı grupları epey kızdırmış... “Hatip Dicle, Cizre’ye giderek böyle konuşmamalıydı, buna hakkı yoktu” diyorlarmış!
Öcalan ve Dicle’nin dahi, şiddete karşı çağrı yapmak hakkı yoksa, hak kimde peki?
Bütün umutların gelip bir takım mesajlara bağlanmasını kimse istemez, ama sadece Cizre olayları dahi, tek başına, şunu açıkça gösteriyor ki, “Öcalan daha ileri mesajlar vermeli”, verebilmelidir...