Yazının başına oturmadan önce google görsellerden Cüneyt Arcayürek’in fotoğrafına baktım. Merak ettim; o satırların yazarı kendini ispatlamak derdinde sivilceli bir muhteris değildi biliyordum ama karşımda rahmetli dedemle yaştaş bir ‘ihtiyar’ görünce daha bir şaşırdım.
İnsan bunca tecrübenin sahibi olur da, yalan dünyanın yalanı dolanıyla bunca oyalanır da ömrünün son etabında bu kadar haris, nefret dolu, kötücül, kaba, edep yoksunu lafları birbiri ardına sıralayabilir mi?
Demek yaş kemal getirmiyormuş.
Cüneyt Arcayürek değil mesele. Zira o cümleler ondan sadır olmuş olsa da altına imza atacak insan sayısı hiç de az değil. Nasıl ki darbeciliğin bir toplumsal tabanı var, İslam ve başörtüsü nefretinin bu edep seviyesinde tezahürleri de epey bol.
O halde Cüneyt Arcayürek’i nefretiyle, kabalığıyla, küstahlığıyla, edep yoksunu kelamıyla ve faşizmle şekillenmiş zihniyet dünyasıyla baş başa bırakalım.
Kötü söz sahibine aittir!
Müzmin muhalif nefreti
Ama nefret önemli, üzerinde konuşmaya değer. Çünkü nefret gizlenebilen bir şey değil. En kesif halinde insana olmadık hatalar yaptırır.İlla bir yerden baş gösterir, kendini açık eder ve öyle bir cerahatle boşalır ki dışarı artık ne yapsanız da gerisini toparlayamazsınız.
Nefret insanı rezil eder!
Eleştiriyi de imkansızlaştırır nefret. Nefretin olduğu yerde eleştirinin hükmü kalmaz. Nefret ikliminde en fazla müzmin muhalif olunur.
Sonra nefret insanın gözünü kör, kulağını sağır eden bir engellilik halidir. Gözünün önündeki güzeli göremezsin. Sabâ makamında bir ezan sesine kapı gıcırtısı muamelesi yaparsın.
İnsan güzel bakarsa güzelleşir. Nefret güzel bakan, güzel gören duyargaları köreltir. İşte bu yüzden insanı da çirkinleştirir. Yüreğinde nefret olanın yüzünde nur olmaz. Ne kadar yaşlansa da ihtiyarlayamaz mesela. İhtiyarlayamayanın yaşının da bereketi olmaz.
Başkasına nefret insanın kendine olan nefretinin başkalaşmış halidir aslında. İnsan, olmak istemediği şeyden nefret eder. O asla olmak istemediği şey, eteklerine asılmış bir şeyse, uzaklaşamadığı, bünyesinden çıkartıp atamadığı bir şeyse nefreti katlanır, katlanır ve kendini de içine alan bir çığa dönüşür.
Na’pcaaan, mecbur...
Arcayürek’in Sayın Hayrünnisa Gül ve Sayın Emine Erdoğan hakkında ettiği burada tekrarlamaktan hicap duyduğum sözleri bana bunları düşündürdü. İnsan ancak kendini de içine alan büyük bir nefret çukurunda ise böyle sözler edebilir...
Hanımefendiler nezdinde bütün başörtülülerden nefret ediyor Arcayürek. Ve aslında “lanet olsun, neden ben bu at gözlüklülerle aynı toplumun bir parçasıyım” diyor.
Ellerini yıkıyor yıkıyor, kendini beyazlaştırıyor beyazlaştırıyor ama bir türlü bu “at gözlüklü şişman başörtülülerden” arındıramıyor “biricik cumhuriyetini” ve kendisini.
Oysa Cumhuriyet’in 75. yılında 28 Şubat’ın ikinci senesinde bu gerici güruhu bastırmış olmanın şerefine yapılan valsli kutlamada olsa, Cüneyt Arcayürek modern-Batılı görünümdeki bir hanımın önünde reverans yapıp en monşer pozlarla dansa kaldırabilecek incelikte bir salon erkeğidir; eminim öyledir!
Sorun bakın etrafındaki hanımlara. Zarafetin sözlükteki karşılığı diye söz edeceklerdir ondan.
Fakat nefret insanı sadece kalbini, aklını köreltmiyor, maskelerini de indiriyor.
Her şey yolunda gitseydi, kültür devrimi tam anlamıyla başarıya ulaşsaydı bugün belki son başörtülüler büyük annelerimiz olacaktı.
Ama öyle olmadı.
“Na’pcaaan, mecbur katlanıcan!”