Ak Parti, Fazilet Partisi'nden ayrılanlar tarafından kurulduğunda Türkiye'de ekonomiden adalete, eğitimden sağlığa hayatın her alanında büyük bir çöküşün enkazı vardı. 28 Şubat'ta darbe ile düşürülmüş bir hükümet, siyaset yapma yasağı getirilmiş siyasiler, toplumun çok geniş kesimini etkileyen yasaklar ve içi boşaltılmış bankalar söz konusuydu.
Darbeyi takip eden dönemin koalisyon hükümetleri, bu düzeni değiştirmek için çabalamak bir yana derinleştirmek işine memur edilmişlerdi; "28 Şubat bin yıl sürecek" emrine amade olarak. Ülke "ekonomik disiplin" adı altında IMF'nin boyunduruğuna girmişti.
28 Şubat darbesi bile darbeyi ilk planlayanlardan çalınarak yapılmıştı. Tam da bu yüzden İslami görünürlük noktasında toplumun geri kalanıyla benzerlik arzeden Fetullahçılar, darbenin kaybedeni değil kazananı olmuş, Gülen CIA operasyonu ile ABD'ye transfer edilmiş, imam hatipler kapatılırken FETÖ okulları ve dershaneleri alıp başını gitmişti.
AK Parti'nin, kuruluşunun hemen birinci yılında yüzde 34 oy alabilmesi ve dahası bir önceki dönemin partilerinden hiçbirinin 2002'deki seçimde parlamentoya vekil sokamaması ve bu sayede Ak Parti'nin en düşük oy aldığı o ilk seçimde en çok sandalyeye sahip olması, az önce saydığım manzaranın bir neticesiydi.
Halkta kitlesel bir memnuniyetsizlik oluştuğu zaman tepki bu şekilde ortaya çıkar, eskileri silip süpürür ve siz ne kadar üstünü örtmeye çalışırsanız çalışın o bir umut ışığı olarak kendini var eder.
"Adalet yürüyüşleri", "adalet kurultayları", Akşener'den lider çıkarma çabaları falan... Gündem olmak için ha bire atraksiyon yapma zorunluluğu... Bu prodüksiyonlara gerek olmaz yani. İhtiyaç hasıl olmuşsa, memnuniyetsizlik algısı yaratmak için kampanyalar düzenlemeye de gerek yoktur.
***
Oysa şu anda Türk siyasetinde bir zorlama ve zorlanma hali var. Bir tarafta CHP'nin, HDP'den boşalan PKK'ya destek görevini yerine getirmek pahasına solda birlik olma çabası diğer tarafta daha hala ne tarafa yeşil ışık yakacağına, hangi ihtiyaca karşılık geleceğine karar verilememiş Meral Akşener'den "AK Parti'yi devirecek Asena" çıkarma ümidi.
Ve hemen şuralarda, bir zamanlar AK Parti'de görev yapmış isimlerin yeni bir siyasi yapı oluşturması ümidine binaen mütemadiyen tahkim edilen muhalif söylem.
Eee tabii bu muhalif söylemin bir "özeleştiri" yahut "eleştiri" gibi sunulması, "Bu eleştirilere kulak verilemezse AK Parti için 2019'u göğüslemenin zor olacağı" söylemi.
Bu konuyu daha uzun uzun konuşacağımızı tahmin ediyorum. Ama şimdilik şu hususa açıklık getirmek önemli. Eleştiri diye sunulan söylem, eleştirinin çok ötesinde bir tanımlamayı hak etmiş durumda. Bu artık muhalif bir duruş olarak kendini belli ediyor.
Olmaz mı olur tabii ki. Siyasette hepsi mümkün ve tabii.
Ancak bir vakitler hayallerinizin fevkinde işler yapan Erdoğan'ı bugün yerden yere vuruyorsanız buna "eleştiri" diyerek ahlaki bir kıyafet giydiremezsiniz.
Arap Baharı döneminde "Aslansın kaplansın" dediğiniz, belki de fotoğrafın tamamını (iyi ihtimal siz de göremediğiniz için) görmesine mani olduğunuz bir adamı bugün çıkıp "Batı ile iyi ilişkiler kuran İslamcı bir parti" ile yedekleme kalkmak en başta İslamcılığı trollemek.
Entelektüel üstünlük vehmi ve Batı'yla iyi ilişkiler kurma vaadiyle Erdoğan'ın siyasi gücünü alt etmek mümkün gözükmüyor. Bir network'ü çalışır vaziyette tutmanın ötesine geçip kolları sıvamak yani siyasete soyunmak gerekiyor.
Zira ortaya konulan söylem, eleştiri olup ön açmıyor bilakis asılların sustuğu mümessillerin konuştuğu bir muhalif cepheyi resmediyor.
Kendine güvensiz ve şikayet makamında biraz...