Avrupa "aşırı liberalizm" ve "aşırı sağ" arasına sıkışmış durumda. Sadece siyasette değil, entelektüel alanda da çoraklaşmaya doğru sürükleniyor bu sıkışmışlıkla. Pek çok Avrupa ülkesinde peçe ve burka gibi örtü biçimleri yasaklandı. Konjonktürel etmenlere dayandırılan tahlilleri çok aşan bir değişim içinde Avrupa.
Fransa'da Sarkozy ve Le Pen gibi siyasetçilerin "sokakta dahi başörtüsünün yasaklanması gerektiğine" dair açıklamaları olmuştu. Aşırı sağ partinin lideri Le Pen, “Kadınları, laikliği ve yaşam tarzımızı korumak için, kanun yapıcının harekete geçmesi elzem” diyerek yasak için yasal düzenleme yapılması gerektiğini savunmuştu. Başkanlık yarışından erken çekilen Sarkozy ise tüm kamu kuruluşlarında ve okullarda başörtüsünün yasaklanmasını önermişti.
Biz 2016 yazında 15 Temmuz darbe girişimiyle meşgul iken Fransa'da 10'dan fazla belediye “Kamu düzenini bozacak, laikliğe ve görgü kurallarına aykırı kıyafetlerle denize girilemez” kararı almış, belediye zabıtaları plajlarda burkini denilen haşemalı kadınlara para cezası kesince bundan haberimiz olmuştu.
Fransa'da bu tartışma, "insan hakları ve hukuk söyleminin 'İslam'ın cihatçı ruhuna' karşı laik Fransa'yı savunmasız bıraktığı yorumlarına" kadar geldi.
Hollanda'da Rutte'nin, Fransa'da Macron'un seçimleri kazanmış olmasıyla Avrupa'nın liberal imajını Le Pen ve Wilders gibi İslam düşmanı ırkçı siyasetçilerin mahvetmesinin önüne geçildiği görüşü tartışmanın derinliğini ıskalıyor. Ve aslında bugün Almanya, Hollanda, Fransa başta olmak üzere Avrupa'nın genelinde baş gösteren İslam düşmanlığını "aşırı sağ" kadar "aşırı liberalizm" de besliyor.
***
Sözgelimi bir hukuk tarihi profesörü olan Jean-Louis Harouel, “Batı Avrupa’nın sessiz bir fetihle karşı karşıya olduğunu, 'siyasal İslâm'ın Fransa’yı demokrasi yoluyla ele geçirebileceğini ve burkininin de bu fetihte bir etap olduğunu" iddia ediyor. Buradan bakınca Harouel nesli tükenmekte olan laik bir bunak gibi gözükebilir ama öyle değil. Bunlardan Avrupa'da çok var. 28 Şubat'ı Türkiye'ye yaşatanlar bunların yerli versiyonları değil miydi?
Militan laikliğin ana vatanı olan Fransa'daki bu trend giderek tüm Avrupa'da ana akım haline gelme eğiliminde. Müslümanlar II. Dünya Savaşı'na giderken Yahudilere yaşatılanların bugün de kendileri için muhtemel olduğu hissine kapılmış durumda.
***
Laikliğin bu aşırı yorumu üzerinden yapılan İslam düşmanlığı, liberalizmin aşırı yorumuyla da yapılıyor aslında.
Kuzey Avrupa'ya doğru çıktıkça İslami pratikler liberalizme tehdit olarak algılanıyor. İslam cinsiyetsizliğe, heteroseksüelliğe karşı diye anti demokratik bir inanç biçimi olarak niteleniyor ve DEAŞ ile özdeşleştiriliyor.
Geçen ayın başında Danimarka parlamentosunda alınan bir kararla inanca hakaret ve küfrü yasaklayan yasa oy çokluğuyla kaldırıldı.
İsteyen Kuran'a ve diğer dinlerin kutsal kitaplarına istediği gibi hakaret edebilecek. Mesela Kuran'ı yakabilecek. Buna karşı fiziksel tepki gösteren bir Müslüman ise liberal değerlere tahammülsüz sayılacak ve belki de hakkında yasal işlem yapılacak.
Özelikle kıta Avrupa'sında kutsal değerlerin giderek erozyona uğradığı, dini ya da felsefi anlamda kutsal her şeyin buharlaştığı düşünülürse onlar için bir sorun yok. Peki ya Müslümanlar için böyle bir dünyada yaşamak nasıl mümkün olacak.
'Militan liberalizm' de tıpkı 'militan laiklik' gibi İslam'ı tehdit olarak görüyor. Burkiniyi ve başörtüsünü yasaklayarak ne yapmak istiyorsa inanca hakaret ve küfrü yasak olmaktan çıkarmakla da aslında aynı şeyi yapıyor; çok kültürlülüğün altına kocaman bir dinamit yerleştiriyor.
Avrupa bundan sonra Müslümanlar için hızla yaşanamaz bir yer haline gelebilir. Bu karar ve uygulamaların amacı da muhtemelen bu.