PKK’nın içeride sahneye koyduğu “ölümcül oyun” neyse ki kimseler ölmeden nihayete erdi. Bir ölen olacak mıydı, ölen olsa bu PKK’nın umurunda olacak mıydı doğrusu tartışmalı ama sergilenen performans her halükarda müthişti!
“Süresiz-geri dönüşsüz” denilen açlık grevine son verilmesinin ardından yapılan tıbbi müdahalelerde 68 gündür aç olanlar dahil hiçbir grevcinin vücudunda hayati risk oluşturacak, kalıcı araz bırakacak herhangi bir semptomun oluşmaması elbette sevindirici ama ilginç de. Günde bir çimdik tuz, biraz şekerli su ve bir adet B1 vitamini dışında hiçbir şey almadığını ilan ettiği halde “grevden kilo alarak çıkan” eylemcileri ise hassaten tebrik etmek lazım!
Bir tebrik de BDP’li siyasetçilere. Eleştirmedikleri, yapmayın demedikleri, bilakis yücelttikleri “açlıkla dans”a girişteki harika zamanlama dolayısıyla. Siyaset bilmek, geleceği görmek bu olsa gerek!
Dışarıdaki koro müthişti!
Bir alkış da “dışarıdaki koro”ya! Olup biten her şeye “Devlet ne yaparsa yapsın mutlaka yanlış yapar, eksik yapar, kasıtlıdır, kötücüldür, keza AK Parti ve hükümet de öyledir. O halde PKK terör örgütü değildir, askeri sivili öldürüyorsa da muhakkak lüzumlu bir sebebi vardır” gibi hastalıklı bir anlayışla, kategorik bir önyargıyla bakanlar, PKK’nın öldürdükleri için tutmadıkları yası, aralarında katillerin de olduğu grevciler için peşin peşin tuttular, ortalığı bir güzel velveleye verdiler. Bu, onlar için öngörülmüş bir roldü halbuki ve görüldüğü üzere PKK’nın beklentisini boşa çıkarmadılar.
“Hükümet karşılasın taleplerini, yazık ölmesin zavallılar” söylemi sadece gerçeği yansıtmadığı için değil, gerçeği bilerek çarpıttığı için de çok sorunlu bir söylem ve bizi çözümden uzaklaştırıyor. Bundan böyle ölen her masumun kanı bu çarpıtmayı yapanların da boynunadır o yüzden!
Yanlış anlamaya meyilli olanlar için şunu belirtmekte fayda var: Bence de her can azizdir. Ben de hiçbir siyasetin insan hayatından daha değerli olmadığına, insanlara seçim ve telafi imkanı verilmesi gerektiğine inanırım. Lakin “bir çocuktan katil yaratan örgüt”ün kanlı oyunlarını görmemek için de hakikaten ya çok saf ve kör olmak gerekir ya da ıslık çalıp havaya bakacak kadar snop, yahut basbayağı işbirlikçi.
Feda eyleminde mutlu son!
Sonuçta herkes rolünü başarıyla icra etti, oyunun finali değme aksiyon filmlerine taş çıkartacak cinstendi. Nefesler tutulmuşken baş aktörün sahnede belirivermesiyle “mucizevi mutlu son”a ulaşıldı! Operasyon tamamlandı, Öcalan resmen küllerinden doğdu!
Görünen o ki bu temsile ihtiyaç da vardı. Son birkaç yılı Öcalan’ın örgüte hakim olup olmadığını tartışarak geçirmişti çünkü Türkiye. Aksi yönde çok fazla vaka vardı, Öcalan’ın talimatlarının çöpe atıldığını, sansürlendiğini gösteren. Çok başlı Kandil de işine gelmediği yerde “Önderlik tutsaktır” deyip bildiğini okuyordu ve bu dağınıklık PKK’ya silah bıraktırmak amacıyla yürütülen çalışmalar için önemli bir sorun alanıydı.
Kırsalda köşeye sıkışan, şehirde nefes alamayan ve meşruiyet sorunu yaşayan PKK için de elzemdi cezaevlerinde eylem örgütlemek. Böylece hayatlarını zaten terör örgütüne adamış insanların yapacağı “feda eylemi”yle hem örgüt moral üstünlük kazanacak ve hükümeti zora sokacak, hem de zaten yürüyen anadilde eğitim ve savunma haklarıyla ilgili süreç el çabukluğu marifet kabilinden kendi hanelerine yazılacak ve Öcalan’a ev hapsi talebi tecrit argümanıyla yumuşatılacaktı. Sonuçta bildiğimiz süreç yaşandı ve Öcalan ölümden değil hayattan yana olan, bir sözüyle on binlerce insanı etkileyebilen, yeni diyalog sürecinin tartışılmaz siyasi muhatabı olarak karşımıza çıkarıldı.
Madem tek muhatap Öcalan’dır, bundan böyle sorumlu da o olmalıdır. Önceki tecrübelerde yaşanan sorunların tekrar etmemesi için PKK’nın yapacağı her eylemin, akacak her damla kanın hesabı Öcalan’dan sorulmalıdır.