Neyi hatırlatır size 1453? İstanbul’un fethini elbette. Ve Avrupa’da akıllara ziyan bir korku fırtınasının esmeye başlamasını. Din adamları, hükümdarlar, yerel yöneticiler arasında uçuşan felaket haberleri korkunun hepten büyümesine yol açmıştı. Konstantinopolis’den kaçanlar dividi kağıda vuruyor, bu “felaket” haberini iyice abartarak daha da uzaklara yayıyordu. Bütün Hıristiyan dünyası ruhsal bunalımdaydı. Ruteno Kardinali Isidora şehirden kaçabilmesini “balinanın karnından kurtulan Yunus gibi Tanrı da beni dinsizlerin ve gaddar kafirlerin elinden kurtardı”, gibisinden ipe sapa gelmez mektuplar yağdırıyordu hemen herkese. Ve sürdürüyordu: “Hatta Tanrı bile yüz çevirdi. Bu kente bir zamanlar dinsizler ve gaddar kafirler tarafından Konstantinopolis denilirken şimdi berbat kaderin bir cilvesi sonucu Türkopolis deniliyor ve ben bunun anısına nehirler dolusu gözyaşı akıtıyorum!”
Konstantinopolis fethedilmişti. Bundan sonraki durak neresiydi? Avrupa’nın en büyük korkusu olan Roma’yı yitirme olasılığı hiç de uzak değildi. Fatih’in Batı Roma İmparatorluğu’nun başkentinde de gözü olduğunu bütün Hıristiyan dünyası biliyordu. Bunu büyük torunu Kanuni Sultan Süleyman, bir sonraki yüzyılda kendine hedef seçecek ama çok sık dile getirmeyecekti. Fransız sarayına gelen Venedik elçisine Francois I “Süleyman hep ‘Roma da Roma’ diyor elçi efendi!” diye kaygısını dile getirecekti.
Şimdi, 1204 Latin istilasında İstanbul’un Katolik Haçlılarca talan edilip sayısız ganimetin sırtlanıp götürülmesine rağmen sadece 1453 ve Fatih’in izin verdiği üç günlük yağmanın Hıristiyan Avrupa’nın belleğinden hala silinememesinin asıl nedeni İslam mıdır dersiniz?
Gelelim 1478’e yani Engizisyona: Tarihe “Katolik Hükümdarlar” olarak geçecek, gerçek anlamda kökten dinci ve fanatik Kastilya Kraliçesi İsabel’le Aragon Kralı Ferdinand, 18 Ekim 1469’da evlendi. Bu ikili 1478’de Papa IV. Sixtus’un izniyle Engizisyon’u kurguladı. Ve İspanya’da yüzyıllardır yan yana yaşayan Katolikler, Müslümanlar ve Yahudiler arasına nifak tohumları ekildi. Artık sıra kitlesel kovulmalara gelmişti.
Ve 1492’de Kristof Kolomb’un öncülüğünde İspanyollar yeni dünyaya yayılmaya başlar; arkaları sıra engizisyon da gelir! Aynı yıl Endülüs’deki son Müslümanlar, Katolik Hükümdarlara boyun eğer. Yahudiler İber Yarımadası’ndan kovulur.
Granadanın düşmesinin ardından 1499’da ayaklanan Müslümanlar yatıştırılamaz. Kardinal Cisneros’un sert yöntemleri kısa sürede büyük tepki görür. Ayaklanma ancak 1501’de, güçlükle bastırılır, bu da İsabel’le Ferdinand’ın 1501’de Granada’da, 1502’de de Kastilya’da salt Müslümanlar için bir yasa çıkartmasına neden olur: Sürgün ya da Din Değiştirme! Bu ikisinden birini kabul etmezlerse, üçüncü seçenek toplu ölümdür! Pek çok Müslüman kendini Kuzey Afrika sahillerine atarken, kimileri toplu vaftizlerle Hıristiyan olursa da gizlice namaz kılmayı, Kuran okumayı sürdürür. Eski Hıristiyanlar bu Yeni ve de Sözde Hıristiyanlara kucak açmayacaktır.Bu yasaların ve Hıristiyan Hükümdarların gaddarlığı yanıtsız kalmaz. Kuzey Afrika’ya göç edenlerin içinden Barbaros Hayreddin Paşa salt İspanyol kıyılarını talan edip gemileri altınla doldurmakla kalmaz yüzlerce Müslüman’ı da Tunus ve Cezayir sahillerine taşır...
İslam’ın Osmanlı aracılığıyla Balkanlar ve Akdeniz üzerinden Avrupa topraklarına yayılması Hıristiyan Avrupa’nın kimyasını bozmuştur. Bugün teröre İslam yaftasını yapıştırmalarının kökeninde de Fatih’ten, Barbaros ve Kanuni’ye değin uzanan Osmanlı korkusunun ta genlerine değin işlemiş olması yatar. Ama bu kavgayı başlatan onlardır; bitirmekse Müslüman Osmanlı’ya düşmüştür 15 ve 16. yüzyıllarda...