Ofsaytın ne olduğunu bilirim ama futboldan anladığım söylenemez. Daha doğrusu evet, tuttuğum bir takım var, heyecanla maç izlediğim de olmuştur lakin bunu sürekliliğe kavuşturmuş değilim.
Yine de takım tutma karşılığında akılla bağını koyverenleri anlamakta zorluk çekmem, futbol fanatizminin sosyolojik sebepleriyle, son dönem futbolundaki yolsuzluklarla ve tribünlerin siyasileşme süreciyle ilgilenmediğim anlamına gelmez.
Pazar günü Olimpiyat Stadı’nda tribünden sahaya taşan terörün arkasında ne oynanan futboldan kaynaklanan agresyonun ne de sadece maço kültürünün olmadığı gayet açık. En kolay provoke edilebilen kitle olması hasebiyle üzerinde epeyce bir zamandır çalışılan futbol izleyicisi, sonbahar sıcak geçecek diyen mahfillerce sahneye sürülmüş görünüyor.
Kitle buna müsait. Kitle psikolojik olarak hazır edildikten sonra fiziksel şartların oluşturulması ve provokatif manşetlerin atılması en kolayı.
Senaryo bayat, sürüm yeni
Two size, yendik mi lan gibi ırkçı, nefret yüklü ve tekrar edemeyeceğim denli cinsiyetçi başlıklar atarak kariyer yapmış kalemlerle vasat türevlerinin hem gazete manşetlerinde köşelerinde, hem sosyal medyanın uçsuz bucaksızlığında gerçeği açıkça çarpıtarak yarattığı, benim de bir süredir dikkat çekmeye çalıştığım bir paralel evren var.
Bu evrene bağlanan ve giderek sadece oradan beslenenlerin ortak özelliği, en geniş anlamıyla AK Parti seçmeni olmayışları. Bunda elbette hiçbir sorun yok. Sorun, başka başka siyasi partilere oy ve gönül verenlerin Başbakan Erdoğan’ın şahsında siyasi iktidara karşı duydukları doğal itirazın, fiziksel anlamda kitlesel bir muhalefete dönüştürülmesi ve çıkması istenen kaosta kullanılabilir hale getirilmesi.
Birileri bunun böyle olmasını isteyebilir, hep istemiştir. “Onlar”ın kimler olduğunu da az çok biliyoruz ama her seferinde bu filmi görmüştük biz duygusu yaratan o bayat senaryonun bu defa daha sofistike ve yeni bir sürümüyle karşı karşıya olduğumuzun ne kadar farkındayız?
Herkes gözünü ovuştursun
Siyasi iktidar kısmen bunun farkında ve tedbirini almış görünüyor. Ama iktidar etrafında yer alan ve halka halka genişleyen çember içindeki herkes aynı hassasiyete sahip mi? İktidarla alakaları olmasa da o çember içinde görülen ya da oraya yazılanların nasıl algılandıklarını ve ettikleri lafın ucunun nereye gittiğini hesap etmeleri gereken bir zaman dilimindeyiz.
Doğru siyasetin özellikle bu dönemde, somut icraatlardan çok toplumsal psikolojinin doğru yönetilmesi demek olduğunu, irrite edici beyanların gönül yıkmanın yanı sıra kaos planlayıcılarının ekmeğine yağ sürmek gibi bir sonucu olduğunu hatırlamakta fayda var. Güdüleyene ayrı, güdülenene ayrı muamele gerekir o yüzden.
Bu, işin siyasi iktidar ve çevresiyle ilgili yanı.
Peki ya iktidarın kategorik karşıtları? Kitleler halinde sokağa dökülen ve meşru taleplerin dile getirilmesinden çok, sonu siyasi kaosa çıkacak olaylar zincirinde kullanılanlar / kullanılmak istenenler eleştiriden ve sorumluluktan muaf olabilir mi? Bu arkadaşlar anonimliğin rahatlığından ve siyasi fantezilerin hayalciliğinden sıyrılıp şöyle bir etraflarına bakabilirler mi acaba? İçinde yer aldıkları olayların başını sonunu görmekten, birlikte yürüdükleri insanların hangi karanlık dehlizlerden çıktığını tespit etmekten bu kadar mı acizler? Kürt meselesi gibi çok temel ve hayati bir sorunu çözmenin güçlüğünü, bir yanı ekonomik krizlerle bir yanı iç savaşlarla boğuşan bir coğrafyada siyasi ve ekonomik istikrarın korunmasının önemini değerlendiremiyorlar mı?
80 öncesinde üniversite gençliğinin nasıl harekete geçirildiğini biliriz, öğleden önce “solcu” vurmak için kullanılan silahın öğleden sonra “sağcı” vursunlar diye solcuların eline tutuşturulduğunu dönem insanının oynanan oyuna uyanmayışı diye hayretle yorumlarız da, bugün gözlerimizi niye hiç ovuşturmayız?
Herkes takkesini önüne koysun düşünsün. Riske edilen kazanımlar da, kurmak istediğimiz gelecek de ortak çünkü.