Suriye’de yaşanan katliama sessiz kalarak, adalet değil güç temelli bir yapı olduğunu tescilledi beş daimi üyesi ile bir anlamda Birleşmiş Milletler üzerinde vesayet kuran Güvenlik Konseyi. Fakat Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyin’den ibaret değil. Genel Kurul, Uluslararası Adalet Divanı, Ekonomik ve Sosyal Konsey gibi çok saçaklı idari yapısı ve 193 üye ülkesiyle dev bir birliktelik. Ne işe yarıyor diye sorabilirsiniz? Bu soruyu dünya kamuoyu önünde belki de ilk kez yüksek sesle Başbakan Erdoğan sordu. “Dünya 5’ten büyüktür” sözü BM’nin dev cüssesinin Güvenlik Konseyi’nin gölgesinde kaldığını çok güzel ifade ediyordu.
BM’nin yapılanmasında bir reforma gitmek gerektiği bundan sonra -Güvenlik Konseyi’nin daimi 5 üyesi dışındaki- üyeler tarafından daha sık dile getirilecektir.
24 Eylül’de gerçekleştirilecek 68. BM Genel Kurulu için New York’tayız. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, beraberinde Dışışleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz ve kalabalık bir gazeteci heyetiyle buradayız. Genel Kurul’daki hitapların yanısıra pek çok ikili görüşmeler gerçekleştirilecek.
Genel Kurul’un rutin gündemi “sürdürülebilir kalkınma hedefleri” fakat kuşku yok, Suriye de konuşulacak. Sabık İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’tan farklı olarak başa geldiği günden beri ılımlı mesajlar veren Ruhani de Genel Kurul’un ilgi gören simalarından olacak. Kimyasal silahın Esed güçlerince kullanıldığı BM tarafından da söylenmesine rağmen Suriye’ye müdahalesizlik kararı alınmasında kuşkusuz Obama ile mektuplaşmaları çerçevesinde kamuoyuna yansıyan ılımlı politikalarının ektisi var.
Türkiye en iyilerden
BM Genel Kurulu, “sürdürülebilir kalkınmanın” yanısıra “dünyayı engelliler için daha yaşanabilir kılma” temalı bir gündeme de sahip. Bakan Şahin bu çerçevede toplantılar gerçekleştirecek, kalabalık bir bakanlık heyeti de kendisine eşlik edecek.
Şahin, önceki akşam basın mensuplarıyla ve engelliler için sosyal projeler üreten Vodafone temsilcileriyle bir yemek yedi ve kendi ajandasını anlattı. Türkiye engelli politikaları konusunda 2005’ten bu yana yaptığı çalışmalarla Birleşmiş Milletler’in çerçevesini çizdiği en ileri sözleşmeye koşulsuz imza atabilen nadir ülkelerden biri haline geldi.
Hükümet 2005’te 1500 maddelik bir mevzuat değişikliğine gitti. Pek çok yasal değişiklik kağıt üzerinde kalabiliyorken hem Meclis’in engelli milletvekillerinin işin devamlı takipçisi olmaları, hem de il ve ilçe belediyelerinin engelli politikaları sayesinde bu yasal değişiklikler gözle görülür hale geldi.
Bakan’ın aktardığı bir anekdot bu meseleye bakışını ve engellilere yönelik sosyal politikalarda nasıl bu kadar hızlı yol alındığını çok iyi anlatıyor: “Bakanlık önünde ellerinde megafonlarla toplanan engelli temsilcileri ‘sadaka değil iş istiyoruz’ sloganları atarak eylem yapıyorlar. Ben de binadayım. Eylemi görünce hemen aşağıya indim, kaptığım gibi megafonu ‘biz de zaten size sadaka değil iş vermek istiyoruz, gelin yukarıya birlikte konuşalım bu meseleyi’ dedim.”
Engellilere ayak uydurmalıyız
Doğrusu Sayın Bakan’ın milletvekilliği döneminden bu yana sosyal politikalar konusunda koltuğunun altı hep dosyalarla doluydu. Bakanlığı da bu yüzden çok bereketli geçti. Ama sanırım Bakan’ın başarısı sadece ajandasına hakim olmasıyla da ilgili değil. Ne dediğiniz, ne yaptığınız kadar nasıl dediğiniz, nasıl yaptığınız da önemli.
Türkiye sosyal politikalarla ilgili çok yol aldı, engelliler ve yakınlarıyla ilgili yasal ve anayasal değişiklikler noktasında şu anda Avrupa Birliği ülkelerinin ilerisinde.
Ama şehirlerimiz mevcut bina stoku ve şehir planlaması yönünden engelli yaşamına uygun değil. Bundan sonra yapılacak olanları engelli yaşamı için uygun standartlara getirmek genel görüntüyü değiştirmeye yetmiyor. Şehir engelliye ayak uyduramayınca onları hayatın içine sokmak da zor oluyor.