Birleşik Krallık ile ABD, Avustralya'ya 18 ay içinde nükleer denizaltı temin etme sözü verip AUKUS anlaşmasını yaparak, Çin tehdidini doğrudan hedefine koyan bir Anglo-Saxon güvenlik ittifakı ilan etti. Denizaltı için gerekli yüksek seviyeli uranyumun ABD ve Birleşik Krallık tarafından Canberra'ya sağlanması ve Washington'un bu konuda Avustralya'ya bir istisna yapması nükleer silahlanmanın çeşitli bölgelerde yayılması ihtimalinin önünü açtı.
Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Nişantaşı Üniversitesi
Soğuk Savaş sonrası dönemde Batı alan dışında geliştirdiği politikalarda bölünme eğilimi içinde. 2000'lerin başında ABD Afganistan ve Irak savaşını başlatırken, kendisini Mars, işe yaramaz olarak nitelendirdiği eski Avrupa'yı Venüs olarak resmetmişti. Yolları çok zor kesişen iki yıldız. Durum AUKUS ile daha trajik bir hal aldı. Artık Mars, Venüs'ü darbeleriyle sakatlıyor.
Venüs'ün başı dertte
ABD'nin Afganistan'ı bir kaos içerisinde, müttefikleri ile koordine olmadan terk etmesi zaten AB üyesi pek çok aktörü utanç verici bir çekilme sürecine mahkûm etmişti. Geride işbirliği yapılan, fon desteği verilen, cesaretlendirilen Afganlılar bırakılarak ve mahzenler dahi boşaltılarak konsolosluklar terkedildi. Zaten göçle mücadelede kötü polis olmayı Yunanistan'a havale eden, göçmen kamplarının insanlık dışı koşulları nedeniyle çokça eleştirilen Avrupalı ülkeler için imajlarına vurulmuş bir darbe daha. Bu darbe daha atlatılamadan Washington'un Avrupalı müttefiklerine danışmadan Pasifik'te yeni bir Pakt oluşturduğu haberleri geldi. Birleşik Krallık ile ABD, Avustralya'ya 18 ay içinde nükleer denizaltı temin etme sözü vererek AUKUS anlaşmasını yaptıklarında, bir yandan Çin tehdidini doğrudan hedefine koyan bir Anglo-Saxon güvenlik ittifakının doğduğunu ilan ediyorlardı. Öte yandan AUKUS nükleer denizaltı yakıtı paylaşım anlaşması ile beraber geldiğinden Fransız-Avusturalya denizaltı satış sözleşmesinin de bozulmasına neden oluyor, Fransa milyonlarca Euro zarara uğruyordu.
Telafi etme çabaları
Fransa zararını Yunanistan'a silah satarak ve Atina ile savunma anlaşması yaparak telafi etmeye çalışıyor. Savunma Sanayi pazarının Fransız stratejik otonomisini para ve piyasa ihtiyaçlarıyla beslediği muhakkak. Dolayısıyla Fransa Atina üzerinden ölmedim ayaktayım mesajını pazara iletiyor. Maalesef Paris adına çok cılız bir teselli. Günün popüler ifadesiyle "hayaller Asya-Pasifikte varlık gösterme, gerçekler Sardunya -Girit arası". Üstelik Fransa'nın Yunanistan ya Güney Kıbrıs gibi ülkelerle yaptığı savunma işbirliklerinin, yani silahların parasının finansmanı çoğu zaman Fransız ya da Alman bankalarının verdiği kredilerle oluyor. Kısaca Paris bir cebinden aldığını diğer cebine koyuyor. Dolayısıyla Fransa Dışişleri Bakanı Jean Yves Le Drian'ın Washington için kullandığı bizi sırtımızdan bıçakladı serzenişi haklı bir feryat. Ancak işin trajik yanı kimsenin bu feryada aldırdığı yok. Hatırlanacaktır bundan çok daha ciddi bir ifadeyi Macron Trump politikalarını eleştirmek için kullanmış, "NATO'nun beyin ölümü" gerçekleşti demişti. Sonuçta Biden iktidara gelince beyin ölümü gerçekleşmiş hastayı tekrar diriltip, bu sefer de sırtından bıçaklattılar.
AB'nin sert güç vizyonu ve bu vizyon üzerinden kazanacakları açısından en güçlü bıçak darbesi aslında Birleşik Krallık 'tan geldi. Brexit ile AB'den ayrılan İngiltere'nin savunma alanında özgürleştiği ve daha rahat davranmaya başladığı bir gerçek. Küresel İngiltere'nin uzağa güç aktarımı kabiliyetlerini güçlendirmesi zaten bekleniyordu. Ancak, Brüksel'den kurtulur kurtulmaz nükleer gücünü güçlendireceğini açıkladığı bir savunma belgesi ilan etmesi pek çok uzman için sürpriz oldu. Nükleere dönüş dışında Londra öncelik alanını da değiştirdi ve son Strateji Belge'sinde yeni varoluş hattı olarak Hint-Pasifik kuşağını açıkladı. Tüm bu kararlar AUKUS öncesinde soyut niyet belgesiyken AUKUS ile birlikte stratejik gerçekliğe dönüşüyor. Trump'ın Brexit'e verdiği destek meyvelerini veriyor. Bu arada AB henüz PESCO konusunda bile gerekli donanımı tamamlayabilmiş değil. Stratejik Pusula çalışma planlarını ise 2030'da neticelendirmeyi düşünüyorlar. Stratejik özerklik, yani AB'nin kendi gücü ile kendi savunmasını sağlama amacı 2016'da ilan edilmişti. 5 yıl içerisinde AB'nin aldığı darbeler ve dışlandığı coğrafyalar hesaplandığında 2030'a kadar geçecek süre içerinde AB'nin nereye kadar küçüleceğini hesaplamakta da zorlanıyoruz. Bugün, savunma alanında Avrupa'da hissedilen bu rahatsızlığı sadece bir Fransa sorunu olarak da görmeyelim. Birliğin bir diğer lokomotif ülkesi olan Almanya da oldukça huzursuz. Ancak, stratejik otonomi savunma alanında devletlerin daha fazla para harcaması demek olduğundan, yani işin ucu vergilere dayandığından Fransa'nın feryatlarını yüksek sesle tekrarlamak kimsenin işine gelmiyor.
Yeni stratejisi
Zaten bu nedenle de geçtiğimiz hafta AB, Asya/Hint-Pasifik bölgesi için ABD'den farklı bir yol haritası açıkladı. AB Dış Politika ve Güvenlik Komiseri Josep Borell'in konuyla ilgili yaptığı açıklamalar önemli. Borell de ABD'nin AUKUS konusunda kendilerine danışmamış olmasından dolayı üzüntü duyduğunu açıklıyor ama AB Komiserine göre Asya/Hint-Pasifik bölgesinde Brüksel kendi kaderini kendisi çizmeli. Dolayısıyla AB'nin bölgede ısınan sulara hazır olması gerekiyor. Bu yüzden de AB'nin Hint-Pasifik Stratejisi AUKUS ile görünür hale gelen kutuplaşma Çin'i Pasifik'te ve ötesinde daha çok alan kapatmaya iterse Birlik üyesi devletleri deniz ticaret yolları ve iletişim kanallarının açık tutulması için bölgeye donanmalarını konuşlandırmaya çağırıyor. Ancak bizler biliyoruz ki, AB'nin bu planlarını Asya/Hint-Pasifik'te operasyonel hale dönüştürmesi için askeri alandaki mevcut sınırlılıklarını aşması gerekmektedir. Tüm bu nedenlerle Brüksel, Beijing'i fazla dürtüp, kutuplaşmayı daha da artırmayı tehlikeli buluyor. Bu tedirginliğin bir yansıması olarak da Brüksel'in yeni Hint-Pasifik Stratejisi'nde, AB, ABD ve İngiltere'nin bu bölgede Çin'i çevrelemek için uyguladıkları çatışmacı yöntemlere karşı duruyor. Aksine Brüksel, Birliğin Çin ile ilişkilerinde işbirliğini öncelemesini istiyor.
Hemen söyleyelim Venüs'ün hiç şansı yok. Bölgede devam edegelen büyük güçler arasındaki askeri rekabet içinde, AB'nin askeri görünürlüğünü elindeki sınırlı askeri kapasiteyle sürdürmesi oldukça zordur. Zira, Asya-Pasifik'teki bu yeni rekabetçi askeri denklemde en çok kimin sahaya ne kadar sert güç sevk edebileceği sorusu önem arz etmektedir.
Bu bağlamda, AUKUS'un şu anda devreye girmiş olması birçok AB ülkesini, Fransa ve Almanya'nın aksine rahatlatmış gibi görünmekte. Böylece, bazı AB ülkeleri askeri yarış külfetinden, yani daha fazla savunma harcaması yapmaktan kurtuldukları kanısına varmıştır. Ne demiştik, ABD'nin uzak coğrafyalarda güç kullanımının Avrupa içerisinde bölünmelere neden olduğu tecrübe tekerrür ediyor. Gene de AUKUS'un devreye girmiş olması AB ülkelerinin bazı soruların cevabını vermesini gerektirmektedir: Asya/Hint-Pasifik'te yaşanacak olası bir stratejik sıkışmışlıkta Avrupa ülkeleri set güç bağlamında Batı kuvvet yapısına destek vermekte ne kadar istekli olacaklar? ya da karar verebilseler bile mevcut güçleri AUKUS'u daha geniş bir Batı ittifakı haline getirmeye yetebilecek mi? Daha da önemlisi, Avrupalılar olası bir ABD-Çin askeri çatışmasında bozulan güvenlik ortamının parçası olmak isteyecekler mi? Tüm bu soruları karmaşık hale getiren bir unsur daha var. Paris ve Berlin, AB'nin bir aktör olarak küresel düzeyde güçlü olmasını arzu ediyor ve Fransız ve Alman gücü üzerinden yeni sahalarda AB bayrağını gösterme hayali ufukta beliriyor.
Pasifik'i düşlemek
Paris'in Hint-Pasifik'teki görünürlüğü, özellikle Fransa Devlet Başkanı Macron'un 2018 senesinde ilan ettiği Hint-Pasifik Stratejisi sonrası artmıştır. Paris başka devletlerle yaptığı ortak askeri tatbikatlar ile sahada ben de varım demek istemektedir. Bu amaçla bölgeye konuşlandırmış olduğu ve sahip olduğu Fransız sömürgelerindeki varlığı üzerinden meşrulaştırdığı deniz kuvvetleri Paris'e Pasifik'i düşlemek için yeterince sebep veriyordu. Elysee Sarayına göre Fransa Asya/Hint-Pasifik bölgesi askeri dinamikleri içinde Batılı kuvvetler arasında 1,6 milyon vatandaşını denizaşırı alanlarda koruyabilen bunu da 8 bin kişilik kara ve deniz gücü ile-ve oradaki denizaltı varlığıyla-sağlayabilen etkili bir güçtür. Asya/Hint-Pasifik güvenliği açısından Paris, Birleşik Krallığın yanı sıra alana askeri kuvvet sevk edebilecek AB'nin yegâne güçlerinden biridir. Bu kapasitesiyle paralel olarak Fransa Hindistan'la da savunma ve güvenlik bağını arttırarak alandaki etkisini daha da pekiştirmek istemiştir. Bölgedeki stratejik ve ekonomik çıkarlarını gözetmek adına hatırlanacaktır, Fransa en son 2019 senesinde, Asya/Hint-Pasifik bölgesine nükleer enerji ile çalışan Charles de Gaulle uçak gemisini sevk etmişti. Paris, 2021 yılında ise Avustralya, Hindistan, Japonya ve ABD ile birlikte La Perouse Donanma tatbikatlarına katılarak bu alandaki ihtiraslı duruşunu adeta perçinleştirmiştir.
Pasifik'teki Anglo-Sakson duruştan duruşunu farklılaştıran Almanya da bölgede var olmayı düşleyen bir aktör. Berlin, savunma ilişkilerini Avustralya, Japonya ve bölgedeki diğer ülkelerle arttırarak yolunda devam etmektedir. Nitekim Merkel Almanya'sının geçtiğimiz hafta Avustralya ile askeri alanda işbirliği yapmayı taahhüt eden bir niyet mektubu imzalaması, Almanya'nın da bu bölgede bayrak göstermek istediğini kanıtlamıştır. Aslında Almanya'nın Asya-Pasifik bölgesine Bayern isimli bir firkateyn göndermiş olması AB'nin yeni Hint-Pasifik Stratejisi'yle tamamen uyumludur.
Ancak Fransa ve Almanya'nın Pasifik düşlerinde bir sorun vardı: ABD'nin peşi sıra takılıyor ve Washington'un Pasifik varlığına destek veriyormuş gibi yaparken, AB'li aktörler bunun bir Fransız/Alman hatta Fransız-Alman düşü olduğunun da altını çiziyordu. Paris'in Washington'un Çin ile olan stratejik rekabetinde taraf olmayacağını belirtmesi ve bu tutumunu da AB'nin stratejik özerklik politikası ile açıklaması oldukça dikkat çekicidir. Keza Almanya'nın Bayern firkateyni Çin limanını ziyaret ederek, AB ülkelerinin Pasifikteki varlığının ABD ve yandaşlarının varlığından farklı olduğunu göstermektedir.
Düşler ve tehlikeler
AB'nin lokomotif ülkeleri olan Fransa ve Almanya'nın Asya/Hint-Pasifik alanındaki varlıklarını Birliğin stratejik özerlik politikası ile uyumlandırarak sürdürmek istediklerini anlıyoruz. Diğer AB ülkelerinin isteksizliği ve AB'nin sert gücünün yetersizliği nedeniyle ABD'nden farklılaşma gereği de duymuş olabilirler. AB ülkelerinin ABD'nin peşine takılmadan Çin ile mesafeli bir ilişki sürdürmek kararında olduklarını biliyoruz. Buna rağmen, bu iki ülkenin Asya/Hint-Pasifik bölgesine sevk ettikleri donanmalarıyla yaptıkları askeri tatbikatlar ve savunma anlaşmaları Brüksel'in bu stratejik özerklik argümanı ile zaman zaman çelişki yaratmaktadır. Şöyle ki; Asya/Hint-Pasifik'te stratejik özerlik politikası uygulamak isteyen bir AB'nin, Almanya-Fransa ikilisinin bu bölgedeki artan askeri varlığının mahiyeti Brüksel tarafından iddia edilenin aksine buralarda stratejik bir muğlaklığa sebep olmaktadır. Bölgede yaşanacak olası bir kriz anında AB ülkelerinin varlığı Çin tarafından pekâlâ yanlış değerlendirilebilir. Böyle bir durumda Beijing'le karşı karşıya gelebilecek ama yeterli güce sahip olmayan Fransa ve Almanya'nın Asya-Pasifik bölgesinde tehlikeli sularda yüzdüklerini söylemek yanlış olmaz. Paris ve Berlin, Venüs'ün kafasına ağır bir miğfer geçirip Pasifik'te suya attı, dalgalar yükseldiğinde can simidini verecek ABD'nin AUKUS'u ilan etmesi, Mars'ın Venüs'e yardım etmek gibi bir niyeti olmadığını da gösteriyor. ABD bu bölgede de tıpkı diğer bölgelerde olduğu gibi kendi politikalarından bağımsız davranmak isteyen müttefikini ya durdurmaya çalışmakta ya da onları Paris örneğinde olduğu gibi terk etmekte, ya da tehdit ve risklerle çevrili bırakmaktadır.
Pasifik jeopolitiği giderek daha kompleks ve tehlikeli bir hale gelmektedir. Bunun birden fazla sebebi vardır. Şöyle ki; (i) AUKUS'un devreye sokulmasıyla birlikte bölgedeki jeopolitik rekabet iyice artmıştır, (ii) bu jeopolitik mücadele sonucu bölgedeki ülkeler savunma bütçelerini arttırmışlardır, (iii) tedarik edilecek denizaltı için gerekli yüksek seviyeli uranyumun ABD ve Birleşik Krallık tarafından Canberra'ya sağlanması ve Washington'un bu konuda Avustralya'ya bir istisna yapması nükleer silahlanmanın çeşitli bölgelerde yayılması ihtimalinin önünü açmıştır; (iv)- bölgede uzun bir süredir istikrar ve barışın garantisi olarak kabul edilen ASEAN mekanizmasının bu jeopolitik gidişattan olumsuz yönde etkilenme olasılığı yüksektir. Şimdi ASEAN'ın karşısına iki rakip mekanizma çıkmıştır. Bir tarafta Çin kurmak istediği düzenin alanını genişletmeye çalışmakta diğer yanda ABD, AUKUS ve QUAD (Avusturalya, Japonya ve Hindistan'la birlikte) ile kurduğu Beijing'i sınırlandırmaya/çevrelemeye çalışmaktadır. Sözü edilen bu yeni rakip mekanizmalar içinde AB'nin-ve onun argümanı olan stratejik özerklik politikasının- yer alması mümkün görünmemektedir. Bunun tek sebebi de AB'nin güçsüzlüğü değildir. Fransa ve Almanya'nın Pasifikteki varlığı Brüksel'in AB'nin güçsüzlüğüne rağmen sahada bayrak gösterebileceğini ama bu eyleminin sonuçlarıyla tek başına mücadele edemeyeceğini göstermektedir.
Bu noktada AUKUS'un ilanının ne anlama geldiğini düşünelim. Mesele Avrupa için kaybedilen denizaltı anlaşmasından çok daha önemlidir. Sahada ABD, hem AB'nin stratejik özerklik çabasını önlemiş, hem AB'yi yine yeniden hevesliler ve isteksizler olarak bölmüştür. AB hazırlıksız, geç kalmış ve jeopolitik okumayı çok zor yapabilen bir aktör. Fransa ve Almanya'nın olayları geri sarmak için vizyonu yetersiz. ABD sahada kendi izin verdikleri dışında Batılıları istemiyor, çünkü "önce Amerika" ve sadece takipçilere destek var. Bu iklimden Avrupalıların yara almaması çok zor. Bir gözümüz Pasifikteyken yanı başımızda Brexit'ten beri yalpalayan AB'nin iyice topalladığı günlere hazır olalım.