Bir taraf, “Hükümete güvenmiyorum, AKP yapamaz” diğeri ise “Gittikçe güçleniyor, PKK barış istemiyor, savaşa hazırlanıyor” tarafı. Aslında bu iki tarafın “kanaat önderleri” iki senedir hep yanıldılar. Yanıldılar ama hiç yılmadılar.
Gülçin Avşar / Avukat - İstanbul Barosu
"Arşivler unutmaz” derler. Yazılan tüm kelimeler birikir. Bazı konuları tahlil edebilmek, anlayabilmek için birikmişleri inceleriz çoğu zaman. Aynı şekilde yazarları da geçmişleriyle birlikte takip ederiz.
Ben de bugün ‘Barış Süreci’nin ‘ama’cı destekçilerinin yazılarında araştırma yapmak istedim. İki isim üzerinden “iki cephenin hacıyatmazlığı”nı yazmak istedim. İki cephe; yani Kürt meselesi ve Barış Süreci ile ilgili gidişatın olumsuz olduğunu ispat etmeye çalışan iki ayrı kanat. Bir taraf, “Hükümete güvenmiyorum, AKP yapamaz” diğeri ise “Gittikçe güçleniyor, PKK barış istemiyor, savaşa hazırlanıyor” tarafı. Aslında bu iki tarafın “kanaat önderleri” iki senedir hep yanıldılar. Yanıldılar ama hiç yılmadılar.
Bu derleme için çok emek harcamama gerek kalmadı çünkü “yanılma erbabı” olan tarafların prototipi diyebileceğim yazarların, internet üzerinden ulaşılabilecek yazıları sadece son bir yıla ait.
Sahi, bir yıl içerisinde sayısız kere yanıldığınız bir konunuz oldu mu hiç? Üstelik “uzmanlık” payesi biçilirken? Cengiz Çandar’ın ve Emre Uslu’nun yanılma serüveni, arşivlere gerek duymayacağımız kadar hızlı. Ama buna üzülmemiz gerekmiyor. Çünkü onlar yanıldıkça barış kazanıyor.
“PYD’nin, on yıllardır haklarından yoksun tutulmuş ve Türkiye’nin Kürt ortamından birinci derecede etkilenen Suriye Kürtlerinin bir örgütü olduğu gerçeği akıldan çıkarılarak ele alınması, yanlış sonuçlara götürür” diyordu Çandar. Türkiye’nin PYD’ye yaklaşımının olumsuz olacağına ilişkin olarak şöyle bir akıl yürütme yapıyordu: “Bunca yıldır kendi Kürt sorununuzu çözmekte yol alamamışsanız Suriye’deki Kürtlere yaklaşımınız niçin doğru ve isabetli olsun?” (17.12.2012)
Hep yanıldı ama yılmadı
Bu yazının üzerinden bir ay geçmeden hükümetin, “kendi Kürt Sorunu”nu çözmeye çalıştığını, Öcalan’la görüştüğünü öğrendik. 25 Temmuz 2013’te ise PYD Eş başkanı Salih Müslim Türkiye’ye geldi ve Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a kadar birçok isimle görüştü. Dahası, bu görüşmelerin ardından Müslim “Türkiye, halkımıza her bakımdan yardım edecek” açıklamasında bulundu. Bu görüşmeden birkaç gün önce, 21 Temmuz 2013’te Çandar’ın köşesinde ne mi yazıyordu? “Türk devletinin Kürt alerjisi devam ediyor demektir.”
Devam edelim. “2013 için en çarpıcı öngörülerden biri 27 Aralık tarihli Foreign Policy dergisinde Louise Arbour imzasıyla yayımlandı” diyordu Çandar. “2013’de İzlenmesi Gereken 10 Çatışma”yı sıralamış yazar. Neymiş peki 2013 öngörüsü?
“Erdoğan’ın Türkiye’nin 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanma ihtirası olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle, kendisini sağcı ve milliyetçi seçmenlere daha fazla bağlıyor. PKK’nın içindeki daha askeri hizipler, Suriye’deki müttefiklerinin başarılarından cesaret alarak, ağırlık kazanıyorlar ve 2013’te Güneydoğu’da alan tutma ve Türk devletinin sembollerine saldırmaya devam edeceğe benziyorlar.” (Radikal-30.12.2012)
Tutmadı. İyi ama bu görüşleri o sadece naklediyor, katıldığı ne malum diye soranlar olabilir. Katıldığını Çandar’ın devamında yazdıklarından anlıyoruz: “Louise Arbour’un yaptığı, bir buçuk yıldır yazdıklarımızın ve söylediklerimizin başarılı bir özetinden başka bir şey değil. Doğru bir fotoğraf çekimi.”
Böyle demişti Cengiz Çandar, 2013 yılının 2012 yılına rahmet okutacağına dair uyarılarda bulunurken. Ve Çandar’ın kana bulanacağını varsaydığı 2013 yılının ilk günlerinde yeni bir müzakere sürecinin başladığını öğrendik.
“Hasan Cemal’in yazamadığı ülkeye barış gelmez mi?” “Bu terbiyesiz soruya cevap: Hayır, gelmez!”18.03.2013’te, tarihî Newroz’dan hemen önce yazmıştı bunu Çandar. Evet, Hasan Cemal gazete ile yolları ayrılan birçok yazar gibi Milliyet gazetesinde yazamıyor. Şu anda T24’te yazıyor. Hasan Cemal Milliyet’te yazamıyor diye barış hayallerimiz suya düşmedi. Neyse ki, 8 aydır savaşta ölmüyor gençler, Hasan Cemal’in Milliyet’te yazamadığı ülkede.
“Gezi eylemlerine takınılan akıl almaz vahşice tavır, olayların nedenini anlamamakta direnme ve saçma sapan teşhisler koymak bir yandan, Lice’de Kürtlerin fütursuzca yaylım ateşine tutulmaları ve bu yapılanı savunmak basiretsizliği diğer yandan; ‘Çözüm Süreci’nin üzerine gölge düşürüyor. Mardin’e Diyarbakır’dan geçtim. Diyarbakır, Medeni Yıldırım’ın cenazesini bekliyordu. Mardin’den ayrılırken Diyarbakır karışmıştı.” (Radikal-03.07.2013) Galiba durum tam da öyle değil. Kürt illeri Cumhuriyet tarihinin en sakin günlerini yaşıyor ama maalesef realite gören gözden bağımsız değil.
“Eski güvenlik öncelikli politika’nın ‘yeni giysisiyle” devam ettiğini ileri sürüyor ve “Bütün bunlar başarılsa bile, ‘duygusal kopuş’ durumunda olduğu görülen ‘Kürt halkı’ nasıl kazanılacak ve ‘Kürt sorunu’ nasıl çözülecek? (...) Barzani’yle -nereye kadar olacağı kuşkulu- işbirliğiyle Türkiye’nin ‘Kürt sorunu’nun çözülebileceğine gerçekten inanıyor musunuz?” diye soruyordu Çandar.
Ayıptır söylemesi, süreç bizim ona inanıp inanmamamızdan bağımsız olarak var. Hükümet adım atmayı geciktirir, PKK çekilmeyi durdurur, her iki taraftan yarın kötü açıklamalar gelir, sonra anadilde eğitim tartışılır, anayasa mutabakatı olur, siyasi mücadele kendi mecrasında sürer.
Ama bütün bunlar, hali hazırda ‘Çözüm’ün üzerinde geliştiği ‘Barış’ durumunda yaşadığımız gerçeğini değiştirmez. Son dönemde hükümete duyduğu haklı veya haksız öfke yüzünden sağduyusunu ve sağlıklı analiz yeteneğini kaybetmiş olsa da bugüne kadarki duyarlılığı için teşekkürü hak eden Çandar’a rağmen...
Ya barış olursa...
Gelelim, barışın endişeli öteki yakası, Emre Uslu’ya.
“Her kasımda barış türküleri söyleyip barış tütsüleri tüttüren müzakerecilere de jüri özel ödülü. Yalnız biraz acele olun bahar gelmeden verin. Çünkü Bahar’da terör yeniden başlar.”(Taraf-12.12.2012) Başlamadı. Bahar geçti, yaz geçti çocuklar ölmeden. Ama Uslu da Çandar gibi “yanılmadı.”
Peki müzakerelerin başladığı kamuoyuna yansıdığında E. Uslu bize ne dedi? “Umutlanmayın.” 09.01.2013 günlü “Umutlanalım mı?” başlıklı yazısında Uslu, PKK’nin sınır dışına çekilmeyeceğini belirtmek için şöyle yazıyordu:
“PKK’ya göre devlet zayıf olmasa bu tür bir arayışın içine girmez. Dolayısıyla devleti zayıf yakalamışken sınır dışına çekilmek PKK için çok mantıklı görünmüyor.
(..) Öcalan PKK liderlerine rağmen PKK militanları sınır dışına çekilsin talimatı verebilir mi? Ben Öcalan’ın en azından şu aşamada böyle bir gücünün olduğu kanaatinde değilim.” Uslu böyle yazdıktan sonra, önce Newroz günü Diyarbakır’da Öcalan’ın mektubundan şu satırlar okundu: “Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.” Ardından Karayılan, Nisan ayında Kandil’de yaptığı açıklama ile 08 Mayıs tarihi itibariyle çekilmenin başlayacağını duyurdu ve çekilme başladı.
“Umarım gerçekten de PKK, hükümetin anlattığı gibi toptan silah bırakmayı kabul eder ve hiçbir zaman Türkiye’ye tehdit olmaz. Ancak ben bu olasılığın doğru olmadığını düşünüyorum.” (Taraf-03.04.2013) Buna cevap vermek için henüz erken ancak Uslu’nun yazılarının ardından Temmuzda Kongra Gel 9. Genel Kurulu sonrası açıklanan KCK - KongraGel Siyasi Tutum Belgesinin ilk maddesi şu oldu: “Önder Abdullah Öcalan’ın (...)öngördüğü demokratik siyasal çözüm sürecinin kabul edilmesi ve bunun gerektirdiği tüm görevlerin başarıyla yerine getirilmesi.”
“PKK bir yandan barış yaparken bir yandan da daha kapsamlı bir savaşa hazırlanıyor.” (Taraf-10.04.2013) Müzakerenin taraflarından biri kendi siyasi taleplerini dile getiriyor. Bu amaçla karşı tarafa demokratik baskı araçlarını kullanıyor. Örgütün en sert isimlerinden olan Cemil Bayık dahi ateşkesten dönüşün sinyalini vermiyor. Geri çekilme 09.09.2013 itibariyle durduruldu ancak eylemsizlik ve ateşkes durumu devam ediyor.
“Kimse de kalkıp KCK’nın başı Murat Karayılan HPG’lileri ikna edemiyorsa, “rütbeleri sökülmüş” Karayılan nasıl ikna edecek diye sormuyor? Diyelim Öcalan bu değişikliği çözüm sürecini hızlandırmak için yaptı. Peki, Kongra-Gel’in aldığı “gerillayı güçlendirme, serhildanı yaygınlaştırma” kararını nasıl açıklıyorsunuz?”(17.07.2013) Bir kere Karayılan’ın rütbeleri sökülmüş falan değil. Karayılan HPG’nin başında; aynı zamanda doğrudan Öcalan’a bağlı Genel Başkanlık Konseyi’nin altı üyesinden biri.
Uslu’nun yazdıklarından şunu anlıyoruz: Örgüt çok güçlü olmasına rağmen ateşkes ilan etmiş durumda. Nitekim silahlı mücadeleye dönülmeyeceği defalarca söylendi. Demokrasi zemininde mücadele edeceğini belirten PKK’nin sokakta “Hükümet adım at” eylemlerine çağrı yapması, barış isteyenler bakımından, sadece bir kazanç olarak yorumlanabilir.
“PKK çitayı yükselttikçe yükseltiyor.Erdoğan’ı Öcalan’a mecbur edecekler yazdığımda çok abarttığımı söyleyenler vardı. Şimdi manzara ortada...” (Taraf-28.08.2013) Çıtanın yükseldiği yok. Talepler abartılı değil. İki tarafın birbirine mahkûm olması veya olmaması sürecin devamı açısından tek başına iyi veya kötü değil.
Endişeli barışseverler...
Hepimiz artık çok net olarak biliyoruz ki bu sürecin iki önderi var. Barışın taraflarından biri adına müzakereyi Öcalan yürütüyor, diğeri adına Erdoğan. Kimsenin diğer tarafı ve onun iradesini temsil edeni küçümsemeye hakkı yok. PKK daha güçlü/devlet daha güçlü tartışmasını yapmak yerine barış için kim daha güçlü bunu görmek gerekiyor. Toplumdaki barış inancı o kadar güçlü ki artık askeri üstünlük ile yorum yapma dönemini aştık. Zira yıllarca televizyon ekranlarında stratejistleri, emekli askerleri izledik ve “nasıl daha fazla terörist öldürürüz” yalanlarını dinledik. Ülkenin her iki yanına yayılmış mezarlıklara daha fazlasını eklemek hayalini bıraktı herkes. Bir cephe diğerini öldürmekten vazgeçmiş; buna mı üzüleceğiz?
Dileyelim Hükümet ve PKK şu süreci doğru dürüst yürütsünler de her iki tarafın endişeli barışseverlerinin ağzı tamamen kapansın. Hani hiç yanılmıyorlar ya...
Bu arada, sahi siz hâlâ onlara inanıyor musunuz?