Merzûkî ve Gannuşi ile birlikte Tunus tecrübesini anlamak

Asım Öz / Yazar
31.07.2021

Tunus tecrübesini anlamak için yapılacak geniş kapsamlı araştırmalar bir zamanlar yolları kesişip ayrışan Merzûkî ve Gannuşi'nin kayda değer açılardan etkili ve güncel düşüncelerini hem tanımayı sağlayacak hem de zayıf ve birbiri ile çatışan, çelişen yönlerini daha iyi kavramayı mümkün kılacaktır.


Merzûkî ve Gannuşi ile birlikte Tunus tecrübesini anlamak

Asım Öz / Yazar

Tunus'ta ve Arap dünyasında sadece 17 Aralık 2010'da bir seyyar satıcının kendisini yakmasıyla patlak veren olayları değil aynı zamanda daha öncesindeki gelişmeleri anlamak ve değerlendirmek bakımından Münsif Merzûkî ve Raşid Gannuşi'nin yazdıklarıyla siyasi pratikleri üzerinde düşünmek, aralarındaki farklılık ve benzerlikleri vurgulamak ülkedeki endişe uyandıran gelişmelerin analizine katkı sunabilir. Düşünce bakımından milliyetçi ve solcu kesimlere daha yakın duran Merzûkî, en büyük hasmının 1980'li yıllardan itibaren öne çıkan İslamcılar olduğunu belirtir. Ne var ki kendisi Tunus'ta eski rejimin "İslamcılara karşı korkunç ve rezil bir savaş açtığı ve devlet terörü uyguladığı bir dönemde" insan hakları mücadelesi bağlamında İslamcıları savunmuştur. İslamcıları yakından tanımasına yol açan bu sürecin onun düşüncelerini belli noktalarda etkileyen neticeler doğurduğu son derece açık. Nitekim İslamcılar hakkında yazdığı müstakil metinlerle diğer yazılarına yansıyan değerlendirmeleri, bunun en somut göstergesidir. Karmaşık bir gerçekliği basite indirgeyen nice sekülerin sırıtarak "İslamcı canavardan" kendilerini korusun diye darbeciliğin kucağına düşmekten kaygı duymadığı bir vasatta böylesi ikili bir okuma uzun vadeli bir alternatif üzerine düşünme sürecinde önemli rol üstlenebilir. Onların şahsında şahitlik edilen gelişmelerin önümüzdeki süreçte dalga dalga büyüyecek yeni ve siyasi açıdan kararlı düşüncelerin doğum sancıları olduğunu şimdiden söylemek kehanet sayılmamalı.

Darbeye direniş

Peki, ama birbirinden farklı siyasi akıma mensup iki siyasi figürü birleştiren nedir? Tunusluların onlardan neler öğrendiği, siyasi ve entelektüel ortama katkılarının ipucu biraz da bu sorunun cevabında saklı. Şunu belirtmek gerekir: Yazarlığının yanında Tunus'un demokratik yolla seçilen ilk cumhurbaşkanı olan Münsif Merzûkî ve Nahda hareketinin kurucusu ve benimsediği siyasi dilden dolayı "İslamcılık geleneğinde bir demokrat" şeklinde anılan Raşid Gannuşi, eski rejimle kıyaslanamayacak ölçüde çok daha adil ve yepyeni bir Tunus'un mümkün olduğu varsayımıyla hareket ettiler. Bu sebeple her ikisi de siyasi tavırlarına uygun şekilde Tunus'ta fikrî akımların rolü, partiler, toplumsal gelişmeler, hâkimiyet mekanizmaları, kamusal meseleler, aktörlerin toplumsal kökenleri ile tercih ve uygulamaları arasındaki ilişki üzerine daha soğukkanlı bir düşünce geliştirmeyi sürdürdüler. Kendilerini yalnızca dar bireysellikleri içinde değil, Tunus'u tarihi, coğrafyası ve kültürü ile istisnai bir bütün olarak gördüklerinin ayrıntılarını içeren düşüncelerinin izi 2011 sürecindeki metinlerinden takip edilebilir. Elan Tunus'taki birikmiş meşruiyet krizlerinin ve yapısal problemlerin tabiatını anlamaya ve dönüştürmeye katkıda bulunan açıklamaları da bunun bir parçasıdır. Çıkış yolu aradıkları için derecesi değişmekle birlikte "İhvan, Türkiye ve Katar hesabına çalışıyor!" kara propagandasına maruz kalıyorlar.

Munsif Merzûkî ve Raşid Gannuşi'nin praksis olarak düşünce bağlamında incelenebilecek eserleri, teori ile siyasi hayatın somut yönleri arasındaki ilişkiyi belirginleştirir. Köklü bir sosyo-politik dönüşümün imkânları için sergiledikleri siyasi çabanın farklılığı ise bu iki entelektüel siyasetçinin en güçlü yanlarından biri sayılabilir. Zira onlar son on yıldır Tunus'un değişimiyle ilgili siyasi mücadelenin güçlenmesinde pay sahibi olan siyasi-entelektüel gelişmelerden etkilendiler, kimi durumlarda ise endişe duyduklarını saklamadılar. Ayrı bir bahistir ama yeri gelmişken bahsetmemek olmaz; bizzat ve bizatihi bir aşırılık olan silahlı mücadele ve şiddete başvurma gibi durumlara karşı çıkışı siyasi anlayışlarının temeline oturttular. Her taşın altından çıkan Birleşik Arap Emirlikleri ya da Suudi Arabistan darbecilikleri karşısında ikisi de tavizsizdir. Aslına bakılırsa, son yıllarda kafa karışıklığı, yalan ve mesnetsiz komplo teorileriyle dolu ağlar ören demagoglarca sık sık küçümsenen veya görmezden gelinen Arap isyanlarının ruhu, iki düşünür için de vazgeçilmez bir değere sahiptir ki zaten bu sıklıkla atıf yaptıkları bir olaydır.

Siyasi feragat

Öte yandan Türkiye'deki 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin yorumlarının da birbirini andırdığı rahatlıkla söylenebilir. Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said'in aldığı kararların "darbe" olduğunu söyleyen Merzûkî, Türkiye'yi hatırlatarak "Biz de Türk halkı gibi bu darbeyi başarısızlığa uğratabiliriz. Türk halkı çok daha büyük bir darbe girişimini başarısızlıkla sonuçlandırdı." şeklinde özetlenebilecek bir görüş ileri sürdü. Gannuşi ise onun beyanatlarına yakın bir yerde konumlanarak kendi perspektifini şöyle ortaya koyar: "Darbe olduğunda sokağa çıkılması gerektiğini öğrendik. Türkiye'den aldığımız ders bu. Haberi duyar duymaz dışarı çıktık, önce parti genel merkezine sonra da Meclis binasına gittik ama kapılar yüzümüze kapandı." En azından, söylendikleri günlere, o günlerin ruhuna dair bir fikir verebilecek nitelikte bu pasajlar. Daha uzun metinlerine yansıyan 15 Temmuz vurguları ise bir tür hafıza kaydı gibidir.

Darbecilere direnişe dair yapılan bu açıklamalarda tartışma yaratacak bir boyut yok ancak her iki siyasi figür arasında bazı konularda derin görüş ayrılıklarının bulunduğu göz ardı edilemez. Geleceğin şimdikinden farklı olması için yapılacaklara odaklanan Münsif Merzûkî'nin yazdıklarının merkezinde statükodan kesin bir ayrılık yer alır; bunun içindir ki kırılgan ve hassas dengeler adına "eski düzenin" bazı aktörleriyle kısmi iş birliğine yahut pragmatik taviz sayılabilecek taktiklere uzak durur. Bilindiği üzere Tunus'ta devrim güçleri kuşatmayı yarmak için geniş bir ittifak kurdular. Bu durum Merzûkî'nin ifadesiyle söylemek gerekirse sadece "laikler ile İslamcılar arasındaki uçurumu kapatmak için ilkesel bir seçenek" değil aynı zamanda "zorluklarla dolu geçiş aşamasını yönetmek için" makul bir siyasal tercihti. Merzûkî'nin sivil siyasal İslam'ın temsilcisi kabul ettiği Nahda hareketiyle kurduğu eski ittifakların başarısızlığa uğraması bağlamında dile getirdikleri ayrıca üzerinde durulmayı hak ediyor. Tunus'un o dönemde içinde bulunduğu şartlar gereği Nahda ile zaruri olan ittifak içinde yer alan ve bundan hiçbir zaman pişmanlık duymadığını belirten Merzûkî bir yazısında uyuşmazlık yerine uzlaşma arayışına giren Nahda'yı eleştirirken son derece açık sözlüdür: "Diktatörlük düşmanlarını bir arada tutan sıkı bağ koptu. Eski rejimle tüm bağları koparıp özgün bir Tunus modeli oluşturmayı hedefleyen İslamcılarla demokratlar arasındaki tarihi ittifak, eski rejimle iktidarı paylaşmayı hedefleyen İslamcılarla 'Yeni Birlikçiler' ittifakına dönüştü." Kötümserlikle iyimserlik arasında gidip gelen yazılar kaleme alsa da "kötüyimserlik"te karar kılan Merzûkî, Nahda hareketiyle bir hesaplaşma peşinde olmadığını belirttiği başka yazılarında da İslamcılık eleştirisini sürdürür, hatta 2014 seçimlerinden itibaren Nahda'nın karşı devrimci dalgayı yükseltenlerle iş tutmayı tercih ettiğini dile getirir.

Çoklu ritimler

Ne var ki, bunun tümüyle doğru olduğunu söylemek hikâyenin tamamını anlatmamaktır. Çünkü "eski rejimin geri döndüğü veya bu rejimle hükümete iştirak edildiği iddiası"nı tartışmaya açan Raşit Gannuşi'nin de vurguladığı üzere Nahda, Münsif Merzûkî'nin çok büyük önem atfettiği süreçte seçilmiş hükûmetten taviz vermesi ve cumhurbaşkanlığı yarışına girme hakkından feragat dâhil büyük bedeller ödemeseydi önceki başarı gerçekleşemezdi. Aslında Gannuşi'nin yılların içinden süzülüp gelen düşüncelerini bilenler için bu durum pek de şaşırtıcı değildi. Söz konusu gelişmeler siyasetin her zaman doğrusal bir çizgi üzerinde hedefine doğru ilerleyen bir ok olmadığını, iç içe geçmiş tempoların ve çoklu ritimlerin mücadeleyi belirlediğini hatırlatma vazifesi gördü. Bütün bunların yanı sıra, Nahda'nın baskı altına alındığı yıllar boyunca net çizgisinin "Tunuslular arasında fitneye yol açmaktansa partimizi kurban ederiz." şeklinde olduğu unutulmamalıdır. Bazı yorumcuların Gannuşi'nin düşüncelerine de yansıyan siyasal yoksunluğu diye ele aldığı bu tercihler, onun partisinden ziyade realist biçimde yüzleştiği ülkesinin kazanımlarını önemsediğinin göstergesidir.

Radikal dönüşüme yönelik inancını daima yeniden canlandıran Münsif Merzûkî, Arap dünyasının yirminci yüzyıldaki tecrübelerine kulak verip bu zenginlikten öğrenilmesi gerekenleri siyasi ve teorik açıdan belirgin kılmaya çalışır. Onun yaklaşımı toplumları ve yönetim sistemlerini düzenlemede süregelen yatkınlıkların geçerliliğini sorgulamaya dönüktür; siyasetin kolektif ve eyleyen özne vasfıyla insanın şimdiki ve gelecekteki sorunlara çözüm sunması gerektiğini vurgulaması bununla alakalıdır. Dolayısıyla çözüme yönelik işe yarar fikirleri tespit edip onları güçlendirmenin yollarını arar. Yazdıklarıyla entelektüel faaliyetin her şeyden önce bir fikir işçiliği olduğunu belirginleştiren Merzûkî'nin Diktatörlük ile Devrim Arasında Arap Dünyasının Krizleri (2019) kitabı siyasi bakımdan "klasik" bir değer taşır. Bu eserin en mühim niteliği onun tarihe ve insana bakışını, fikrî mensubiyetini, statükocu Arap rejimlerine, entelektüellerine ve yerleşiklik kazanan ideolojilere eleştirilerini, uzun bir hikâyenin başlangıcı mahiyetindeki Arap devrimlerine dair yorumlar sunmasıdır.

Uzlaşmanın galip gelmesi

Raşid Gannuşi, büyük, hareketli ve çatışmalı durumlardan, despotluklardan, devrimden ya da siyasetin nasıl bir mücadele alanı olduğundan ufuk açıcı ve yol-yöntem gösterici bir şekilde bahseder. Düşünce pratiğindeki bu yaklaşımın gösterdiği üzere, İslamcılığın büyük meselelerinin tecrübelerle ve müşterek duygularla sıkı bağlantısının farkında bir siyasal düşünürdür. Tunus'un güncel sorunları ile ilgilenmenin ötesinde İslamcılık düşüncesini etkileyen metinler kaleme alan Gannuşi'nin yaklaşımları kimi açılardan Münsif Merzûkî'den önemli ölçüde farklılaşır hatta siyasi tercih bakımından çatışır. Elbette burada aktüel duruma ilişkin seçeneklerden kaynaklanan bir uyuşmazlıktan söz ediliyor. Gannuşi'nin siyaseti algılayışını varsayımlar değil "uygun güç dengeleri bağlamında feragat edilebilecek çıkarlar ve ilkeler" şekillendirdiği için kendisi her zaman sonuçlara ve ihtimallere odaklanır. Gannuşi, karşı devrimci dalgalar karşısında pek çok araştırma alanında kaçınılmaz bir referansa dönüşen maslahat kavramına büyük bir anlam yükleyerek, siyasette başka gelişmeleri de hesaba katmanın zorunluluğunu ileri sürer. Genelde Tunus ve diğer ülkelerdeki siyasi ve fikrî iklim, özgürleşmenin hem mümkün hem de mümkün olmadığını ortaya koyduğundan belli düşüncelerin ve uygulamaların ötelenmesi gündeme gelir. Başkalarınca entelektüel ve siyasi taviz şeklinde ele alınan maslahat Gannuşi açısından mücadeleyi zayıflatan değil güçlendiren bir argümandır. Çerçevesini hem dünün zorunlulukları hem de bugünün ihtiyaçları üzerine oturtabilme noktasında hayli mesafe alan Gannuşi Tunus'taki siyasi çevrelerin hâkim kültürünü göz önüne alarak şu değerlendirmeyi yapmıştı: "2011, Arap Baharı devrimleri fırtınasının koptuğu yıldı. 2013 ise Mısır'ı vuran fırtınadan (askerî darbe) hareketle karşı devrim dalgaları için büyük bir zafer yılıydı. Eğer Nahda Partisi, iktidardan çekilmeyi kabul etmesinin yanı sıra başka acı ödünler vermeye de yanaşmasaydı, bu karşı dalgalar neredeyse Tunus Devrimi'ni düşürecekti." Böylelikle İslamcılık havada süzülen, sadece kavramlarla bezenmiş bir akım niteliğinden çıkıp, yere, insanların dünyasına inmiş ve daha da önemlisi, "Kimin ülkesi?" sorusunu bir kez daha ve kuvvetle gündeme sokmuştu. Bilgeliğini belirgin kılan ölçülülüğü ile Gannuşi, uzlaşmayı çekişmeye tercih etti, geçmişi tümüyle silmek için umutsuzca çatışmak yerine geçmişi de kucaklayan bir yöntemin başarısı için çalıştı. Bu sebeple "eski rejim" kavramının, Tunus siyasetindeki müttefik ve ortaklarla ilgili doğru bir niteleme olmadığını mütemadiyen vurguladı.

Umutlu ve iyimser

İslam'ı kendisine fikrî referans kabul eden ve kurumsal seferberliğinin sancağı kılan Raşid Gannuşi ile İslamcı dalganın teorik ve pratik sorunlarına işaret eden Münsif Merzûkî arasındaki eleştirel diyaloğun ilerletilmesi gerekir. Bilhassa Merzûkî'nin içeriği ve tezi ne olursa olsun "İslamcı dalga..." eksenli yazısıyla diğerlerinin bundan sonra yapılacak İslamcılık fikri eksenli çalışmalarının özellikle "sol"dan bakışlar için şimdiye kadarkinden daha umutlu ve iyimser olmaya katkı sağlayacağı düşünülebilir. Onları ortaklaştıran bir diğer nokta büyük düşleri yetim bırakan yirminci yüzyılda Arap dünyası ve Tunus'ta baskın olan ve pek çok adaletsizliğin üstünün örtülmesine hizmet eden egemen politikaların içyüzünü anlamaya yönelik önemli görüşler ileri sürmeleridir. Merzûkî ikna edici bir biçimde krizlerin altında yatan sebepleri çeşitli boyutlarıyla ele alır, nitekim gözlemleri, düşünceleri ve duyguları içeren krizler odaklı kitabı, sadece Tunus'a ilişkin değil, Arap ve İslam dünyasına dair de derinlikli ve esaslı bir çalışmadır. Eski rejimi, büyük barışçıl devrimin yıktığını vurgulayan Gannuşi ise Arap Baharı'nın son kalesi Tunus'un istisnai vasfını belirgin kıldığı metinlerinde tıpkı İslamcılık literatürünün önemli bir parçasını teşkil eden eserlerinde olduğu gibi dönüşüm, muhalefet ve eski rejimle ilişkilerin yanı sıra Tunus'taki İslamcı ve laik akımlar arasındaki ilişkilerde belirgin yeni bir strateji izlemeyi tercih eder.

Mahir İz'in "metotsuz şark usulü" diye özetlediği el yordamı yaklaşımına denk düşecek şekilde burada ancak bir kısmına temas edilebilen yukarıdaki siyasi uyuşmazlıklar Münsif Merzûkî ve Raşid Gannuşi ile ilgili daha fazla entelektüel karşılaştırmaya ihtiyaç duyulduğunu ortaya koymaktadır. Görüldüğü kadarıyla Tunus tecrübesini anlamak için yapılacak geniş kapsamlı araştırmalar bir zamanlar yolları kesişip ayrışan Merzûkî ve Gannuşi'nin kayda değer açılardan etkili ve güncel düşüncelerini hem tanımayı sağlayacak hem de zayıf ve birbiri ile çatışan, çelişen yönlerini daha iyi kavramayı mümkün kılacaktır.

[email protected]