Rus komutan Ivan Drozdov hatıralarında, Soçi'ye ulaşmaya çalışan Çerkesleri anlatırken: ‘Erkek, kadın, çocuk, yaşlı bir Çerkes kafile, açlıktan ve hastalıklardan bitkin cesetler halinde yürürken, aç köpeklerin saldırısına uğrayıp canlı canlı yeniyordu…' ifadesini kullanmıştı.
Elbruz Aksoy / Yazar
Osmanlı Devleti'nin Kafkasya ile ilişkisi 1451'de Fatih Sultan Mehmet'in Sohumkale'ye donanma göndermesiyle başladı. Çerkes Prensi İdar Temruk'un kızı Mahidevran'ı Kanuni Sultan Süleyman ile evlendirmesiyle de Çerkesler Osmanlı Hanedanıyla akraba olmuştu.
Kırım'dan Soçi'ye kadar uzanan Çerkezistan sahilleri, 1479'dan 1810 Rus istilasına kadar Osmanlı nüfuzu altında kaldı. Osmanlı egemenliği Ferah Ali Paşa'nın 1780'de Soğucak Muhafızı tayin edilmesi ve Anapa Kalesi'nin tahkim edilmesiyle ilk kez askeri boyut kazanmış, Paşa Çerkesler arasında İslam'ın yayılması için İstanbul'dan imamlar getirtmişti. Osmanlı devlet adamları Kırım'ın Ruslar tarafından işgal edileceği öngörüsüyle Kafkasya'da bir 'Çerkes Seddi' kurarak Rusya'nın Osmanlı topraklarını işgalini kuzeyde durdurmak istiyordu.
Rus Çarlığı ise 1783'te işgal edilen Kırım gibi, Çerkesya'yı da ne pahasına olursa olsun Çerkeslerden temizleyip Rus ve Kozakları bölgeye iskan etmeyi hedefliyordu. Çar 1. Petro daha 1722'lerde emperyalist hedeflerini 'Rusya'nın çıkarları için mümkün olabildiği kadar İstanbul'a ve Hindistan'a yaklaşmak lazımdır. Buraları elinde tutan Dünya'ya hükmeder. Bunun için ne gerekiyorsa yapmalıyız...' şeklinde ifade ediyordu.
1774'te II. Katerina'nın Tümgeneral E. Şerbinin'e gönderdiği yazıda Kafkasya'ya Kozakların yerleştirilmesini emredip; 'Çerkesler aç bırakılmalı, hayvanları sürülmeli ve ekinleri tümüyle yakılmalı; gerek ot, gerek silah, gerekse ekonomik açıdan yoksullaştırılarak savaştan vazgeçmeleri sağlanmalıdır.' deniliyordu.
1829 Edirne Antlaşması ile Osmanlı Devleti, Çerkesya üzerindeki tüm haklarını ve Karadeniz sahil şeridinin kontrolünü de Rusya'ya devretmişti. Çerkesler ise hiçbir zaman resmen parçası olmadıkları müttefikleri Osmanlı Devleti'nin Çerkesya'yı Rusya'ya bırakmasını kabul etmeyip, savaşa devam etti.
Sultan Abdülmecid, Kırım Savaşı başladıktan 5 gün sonra, 9 Ekim 1853'te Şeyh Şamil'e yolladığı fermanla onu Ruslar'a karşı cihada çağırdı. Şamil'in Osmanlı ordusundan yardım teklif karşılıksız kalınca Ruslar 70 bin kişilik orduyla Gunib'i kuşatıp 1859'da onu teslim almış, Doğu Kafkasya'nın işgali sona ermişti.
Rusya sıcak denizlere ulaşma hedefi önündeki son engel gördüğü Çerkesya'yı tarih sahnesinden silmek için harekete geçtiğinde, Çerkesler 13 Haziran 1861'de Soçi'de halk meclisini toplamış ve başkenti Soçi olan Çerkesya'nın bağımsız bir devlet olduğunu ilan etmişti. 'Büyük Hür Meclis' bağımsızlığın ilanından sonra Soçi'ye çıkarma yapan Rus ordusunun top atışlarıyla yerle bir edildi.
Savaş soykırıma dönüştü
1859-1864 arası savaşın soykırıma dönüştüğü bir dönemdi ve katliamlardan kurtulanların bir kısmı Rusya'nın iç bölgelerine savaş esiri hükmünde sürüldü. 1863'te 10 bin civarında Çerkesin 'esir' olarak Sibirya'ya sürüldüğüne dair yazışmalar Tiflis'teki Rus Arşivindedir. Çerkes intihar savaşçısı Tiley'ler yaşlı Thamade'den silahları teslim alırken: 'Düşmanın üzerine kılıç gibi keskin ok gibi hızlı gideceğim. Ayaklarımın altında sert toprak korkudan sarsılabilir fakat ben hayır! Dehşet karşısında gök iki büklüm olabilir, fakat ben hayır! Gökle yer birbirine geçebilir ve başka birçok imkansızlık mümkün olabilir. Fakat ben bu yoldan asla dönmeyeceğim!' diyerek ant içiyor, dönmemek üzere evlerinden ayrılıyorlardı.
Kafkasya'nın işgalinin son dönemi olarak adlandırılan 1763-1864 arası dönemde bir milyondan fazla Çerkes ve Kafkasyalı etnik temizliğe tabi tutulup katledildi. Çerkesya Karadeniz sahil şeridi boyunca; Anapa, Soğucak, Gelendjik, Tuapse ve Soçi'yi içine alacak şekilde neredeyse tamamen Çerkeslerden temizlendi!
21 Mayıs 1864'te Soçi yakınlarındaki Kbaada Çayırı'nda Rus askeri birliklerinin ve papazların katıldığı görkemli bir askerî tören ve Ortodoks dini ayin düzenlendi. Grandük Mihail Romanov, ele geçirilen yeni toprakların artık bir Rus toprağı olduğunu, Çerkeslerin bir daha geri dönmemek üzere Rusya dışına sürüldüğünü ve onların topraklarına Rusların yerleştirileceğini açıkladı. Subaylara madalya ve nişanlar dağıttı, askerler de papazlar tarafından kutsandı. 1567-1864 arasında, 300 yıl süren savaşlar sonunda elde edilen zafer ülkelerini savunurken katledilen milyonlarca Çerkes ve Kafkasyalının mezarı üzerine inşa edilmişti.
Rus komutan Ivan Drozdov hatıralarında, Soçi'ye ulaşmaya çalışan Çerkesleri anlatırken: 'Erkek, kadın, çocuk, yaşlı bir Çerkes kafile, açlıktan ve hastalıklardan bitkin cesetler halinde yürürken, aç köpeklerin saldırısına uğrayıp canlı canlı yeniyordu...' ifadesini kullanmıştı.
1863-1864 döneminde Osmanlı Devleti'ne sürülen Çerkeslerin 40-50 bin kişi olacağı tahmin edilen sayısı, kısa zamanda 400 bine ulaşmıştı. Takip eden aylarda bu sayı milyonu aşmış Çerkesya'daki yerleşim yerleri bir insana dahi rastlanamayacak derecede ıssızlaşmıştı. 1864'te Trabzon'a sürülen Çerkes muhacir sayısı 220 binden fazlaydı. Büyük bir çoğunluğu salgın hastalıklara yakalanmış haldeydi. İtalyan doktor Barozzi'nin komiserlik yaptığı Trabzon ve Samsun'a yaklaşık olarak 350 bin göçmen gelmişti, fakat Samsun'da 60 bin, Trabzon'da 40 bin kişi ilk sene içinde ölmüştü.
Hızla iskan edilen Çerkesler orduda asker, jandarma, hatta Paşa olacak; Atlı süvari birlikleri, Hamidiye Alayları ve Teşkilat-ı Mahsusa'yı da kurup vatan savunmasına dahil olacaktı.
Türkçe bilmeseler de Türkler için savaştılar
Çerkes sürgünü ile Osmanlı ordusu Türkçe bilmese de savaşmaya hazır askerlerle, istihbaratı gözü kara tetikçilerle, zengin haneleri de soykırım artığı yetim çocuklarla dolmuştu. Hiyerarşik yapıları, savaşçı karakterleri ve devlet otoritesine olan sadakatleriyle nam salan Çerkeslere yıkılmakta olan bir devletin jandarmaları olma vazifesi verilmişti. Osmanlı Devleti'nin tekrar güçlenip Rusya'yı yenmesinin Çerkesler'e de Kafkasya'ya geri dönüş yolunu açacağı propagandası muhacirler arasında fazlasıyla taraftar bulmuş, Çerkesler bu hayalin peşinde cepheden cepheye koşmuştu.
93 Harbi sonrası toplanan Berlin kongresinde Rusya'nın bastırmasıyla 1864'te Rumeli'de iskan edilmiş olan tüm Çerkeslerin yeniden sürgün edilmesi kararı alındı. 1878'de Rumeli'den sürülen Çerkeslerin bir kısmı Güney Marmara ve Batı Anadolu'ya geçmiş, bir kısmı da Suriye ve Filistin'deki Hicaz tren yoluna yakın stratejik köy ve kasabalara iskan edilmişti. Ortadoğu'daki Çerkesler kendilerini Arap milliyetçileri, başı bozuk Bedeviler ve Dürzilerin arasındaki ateş hattında bulacaktı.
I.Dünya savaşı tüm Osmanlı toplumunda olduğu gibi Çerkesler üzerinde de yıkıcı izler bırakmış, Çerkesler sadece Ruslar karşısında değil tüm cephelerde savaşa dahil olmuştu.
İki hükümet arasında
Milli mücadele döneminde bağımsızlık için çarpışan Çerkesler, savaş biterken 'Hain!' damgası yiyeceklerinden habersizdi. Osmanlı ve Ankara Hükümetleri arasında kalan Çerkesler, gerek Ahmet Anzavur - Çerkes Ethem çekişmesinde, gerekse Düzce - Adapazarı ayaklanmalarında karşı karşıya geldi. Ethem Bey iktidar mücadelesini kaybettiğinde, 'Hain!' sıfatı ismine ve milliyetine eklenmiş olarak senelerce Çerkeslerin yaftalanıp sindirilmesinde kullanılacaktı.
Etkinlik ve görünürlük bakımından Osmanlı askeriyesi ve bürokrasisi içinde oldukça aktif konumlarda yer alan Çerkesler yeni rejim tarafından Osmanlı'dan kalmış bir miras olarak algılanıp sindirme ve asimilasyona maruz bırakılacaktı. Cumhuriyet kadroları onlardan etnik ve kültürel geçmişlerini reddetmelerini beklemekteydi. Ancak bu reddiyeyi kabul edenler için devlet kurumlarının kapıları ardına kadar açılacaktı. Ankara'nın bu siyaseti 1948 Mashall Planı'yla değişmeye başlayacak, Çerkesler dernekleşme, gazete ve dergi çıkartma gibi sosyal ve kültürel haklara yeniden sahip olacaktı. 'Uzun Kış' olarak adlandırdığım bu dönemi atlatan Çerkesler, 1960'lardan itibaren köy ve kasabalardan şehirlere göç etmeye başlayacaktı.
2000'lerde Türkiye'de demokrasi rüzgarı eserken, internetin hayatımıza girmesiyle Çerkesler de tarihleri, kültürleri ve toplumsal meselelerine dair konuları bağımsız kaynaklardan öğrenme ve tartışma imkanına kavuşacak; demokratik taleplerini de kamusal alanlarda dillendirebilecekti.
Son 10 yılda Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dan başlamak üzere, bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları ve kanaat önderlerinin 21 Mayıs 1864 Çerkes Soykırımı ve Sürgününü anma, anlama ve acılarını paylaşmasına dair demeçleri, konuşmaları, caddelere asılan afişleri, gazetelerde çıkan haberler ve TV kanallarındaki programların artması Çerkesler için bir büyük eşiğin daha aşılması anlamına geliyordu.
1864 Çerkes Soykırımı üzerinden 160 yıl geçmesine rağmen Çerkesler artık Soykırımla yüzleşmeye, Rusya'dan taleplerini dile getirmeye, meselelerini görünür kılmaya, tarihine ve hafızasına sahip çıkmaya; Türkiye'nin demokratikleşmesine katkı sağlayacak kültürel ve siyasal bir bilinçlenme sürecini de yaşamaya devam ediyor.