Ortadoğu’da tırmanan krizin birçok sebebi var. İşin bir yanı petrol kavgası, diğer yanı nükleer enerji tartışmaları...
Krizin görünen tarafında ABD ve İran var, görünmeyen tarafında Rusya’dan Çin’e kadar küresel güçler.
ABD ile İran arasında hem sosyal medyada hareketlilik yaşanıyor, hem askeri alanda büyük bir hareketlilik var. Bir yandan karşılıklı twitlerle tehditler, meydan okumalar sürüyor, diğer yanda savaş gemileri ve askeri sevkiyatla sular ısınıyor.
Bütün bu savaş oyunlarının arkasında kanımca temel tetikleyici etken veya ana motivasyon kaynağı ABD’nin yeni Ortadoğu planı…
‘Yüzyılın Anlaşması’ diye nitelendirilen plan bölgeye barış getirmeyi bırakın savaş tamtamlarını ve çok boyutlu savaş ittifaklarını piyasaya sürmüş durumda.
Körfez ülkeleri İran fobisiyle ABD’nin kurmaya çalıştığı yeni ittifakta saf tutuyorlar ama aslında tuttukları saf, İran’ı geriletmekten öte İsrail’in önünü açmayı, ABD’nin planına zemin hazırlamayı amaçlıyor.
ABD’nin yeni Ortadoğu planının Müslüman dünya tarafından kabul edilmesi normal şartlarda mümkün değil. Çünkü İsrail-Filistin meselesinin çözümüne yönelik ‘Yüzyılın Anlaşması’ denilen yeni Ortadoğu Planı, İsrail’in ütopyasını gerçekleştirmek üzere tasarlanmış.
ABD Ortadoğu’da sanki kentsel dönüşüm projesi uyguluyormuş gibi, Kudüs’ün tamamını İsrail’e verip, “Filistinlilere topraklarınıza yönelik taleplerinizden vazgeçin sizi Sina’ya yerleştireceğiz” gibi bir yaklaşım içinde.
İslam dünyasının kutsal bildiği her şeyi ayaklar altına alan ve mazlum Müslüman halkların çıkarlarını berhava eden böyle bin plana verilecek tepkilerin önünü kesmek için gözler İsrail’den İran’a çevriliyor ve İran’a karşı diye kurulan Arap ittifakı İsrail için seferber ediliyor.
Bu süreçte Türkiye de Doğu Akdeniz üzerinden baskılanmaya çalışılıyor.
Mısır, Yunanistan, İsrail, Güney Kıbrıs bu bölgedeki petrol aramaları konusunda Avrupa ülkelerinin de desteğini çekerek Türkiye’ye karşı bir cephe oluşturmuş durumdalar.
Basra krizi ve İran’a yaptırımlar Türkiye’nin önüne petrol ithalatı dolayısıyla daha dolaylı bir sorun koyarken, Doğu Akdeniz gerilimi doğrudan bir sorun kaynağı oluşturuyor. Petrol arama üzerinden restleşmelerin önümüzdeki süreçte daha da kızışması beklenebilir.
Diğer yandan ABD, hedefe İran’ı koysa da daha büyük resimde Doğu Akdeniz üzerinden Rusya’nın, Basra körfezi üzerinden Çin’in etki alanını daraltmaya yönelik bir niyet içinde görünüyor.
Rusya’nın Suriye’de ödediği maliyetin önemli bir sebebi Doğu Akdeniz’e bakan alanda kuracağı askeri üslerle bölgede hareket kabiliyeti kazanabilmeye yönelikti. İran’ın da Suriye üzerinden Akdeniz’e yönelik bir ilgisi olduğu söylenebilir.
Nükleerden petrole ekonomik ve askeri önceliklerin ön planda olduğu bir krizler dalgası yaşıyoruz. ABD-İran gerilimi Irak’ı ve Suriye’yi de doğrudan etkileyebilecek şekilde sonuçlar doğurabilir. Yükselen gerilim, İran’ın ciddi şekilde etkisinin hissedildiği ama ABD’nin kontrolünün de olduğu Irak’ta istikrarsızlaştırıcı bir etki yapabilir. Vekâlet çatışmalarının başka ülkelerde yansımalar bulması da mümkündür.
Hamasetin yükseldiği noktada kontrollü gerginlik hesabı yapanların da hesabı şaşabilir, iş kontrol dışına taşabilir. Kendisini müzakereden yana olarak adlandıran İran Cumhurbaşkanı Ruhani bile “şartların müzakere değil mücadele ve direniş şartları” olduğunu söyledi.
ABD’nin İsrail-Filistin meselesine kalıcı barış için öne sürdüğü ‘yüzyılın anlaşması’ şimdiden bölgeyi ateş çemberiyle kuşatmış durumda.