Resmi adı Irak Kürdistan Özerk Yönetimi olan bölge, bu statüsünü 1970’te kazanmış, ardından kaybetmiş, sonra 2005’te yeni Irak Anayasası’nın kabulüyle yeniden elde etmişti. Bugün bölgede yaşayanların bir kısmı, Irak’tan kopup ayrı bir devlet kurmak istiyor. Benzer biçimde Katalonya, 1931’de İspanya’dan özerklik statüsü almış, sonra İspanya iç savaşı ve Franco döneminde bu statü ortadan kalkmış, özerk bölge statüsü yeniden 1979’da kazanılmış. Bu bölge de 2006’da ve geçtiğimiz günlerde yaptığı referandumla İspanya’dan ayrılıp farklı bir devlet kurmak isteğini gösteriyor.
Her iki örneğin ortak yönlerinden birisi, ayrı devlet kurma sürecini tetiklediği ileri sürülen nedenlerle ilgili. Katalanlar, Madrid yönetiminin kendilerine ağır vergiler yüklediğini, yatırımları gevşettiğini, memur istihdamında ayrımcılık yaptığını iddia ediyorlar. İspanya’nın en zengin bölgesi olduğu için, geri kalanını da ekonomik olarak sırtlamak istemiyorlar. Tıpkı, zengin taraf olan Çeklerin, Slovaklardan ayrılmak istemesinin gerekçeleri gibi.
Irak’taki özerk bölge, ülkenin en zengin bölgesi değil, ancak Musul ve Kerkük meseleleriyle biraz daha zorlarlarsa, olma kapasiteleri bulunuyor. Her ne kadar tüm Irak’ın ekonomik yükünü sırtladıklarını iddia edecek düzeye gelemeyecek gibi gözükseler de, onların da temel şikayeti Bağdat’ın vergileri artırması, yatırım yapmaması, maaş ödememesi gibi ekonomik nedenler.
Ayrılmak isteyen isteyene
Bu iki örnek, özellikle Katalanlar, başkalarını da fena halde heveslendirmiş durumda. Belçika’nın milliyetçi Flamanları, kendilerinin yıllardır daha fakir olup daha az çalışan Valonların yükünü çekmekten bıktıklarını yeniden ifade etmeye başladılar ve ayrılma çalışmalarını hızlandırdıklarını açıkladılar. Bu arada belirtelim, adı geçen bölgeler de özerk statüdeler.
İtalya’nın kuzeyinde yer alan ve en zengin bölgesi olarak bilinen Trentino-Alto Adige’de de bağımsızlık referandumu için doludizgin çalışma sürdürenler bulunuyor. Londra’dan kopma arzusundaki İskoçları ve Galler’i de bu katara dahil etmek mümkün. Ayrıca Macaristan’ın en doğusunda yoğun olarak Romanların yaşadığı dört şehir de özerklik referandumuna hazırlanıyor.
Hemen hepsinin temel motivasyonu ekonomik nedenlere dayanıyor, dışavurumları ise “dil” farklılığı”.
Yine hemen tüm örneklerde, ayrılmak isteyen gidip bir başka yerle yakınlaşmak ya da birleşmek beklentisinde. Katalanlar ve İskoçlar örneğin, ayrılır ayrılmaz AB’ye üye olmak istiyorlar. İtalya’dakiler Avusturya ile, Belçika’daki Valonlar Fransa’yla, Macar Romanları da Romanya ile birleşme arayışında.
Sistemdeki güç boşluğu
Avrupa’daki “dükalaşma” dalgasının dünyayı etkilememesi mümkün değil. Bu eğilim artarsa, belki Filistin ve KKTC’de ayrı devlet olarak varlık sürdürmeyi tercih edenler lehine bir durum doğabilir. Ancak Rusya ya da ABD haritasına bir göz atmak bile dünyanın ne hale gelebileceği hakkında fikir vermeye yetiyor. Bu eğilimin en fazla “en büyükler” için çok büyük bir risk oluşturduğuna şüphe bulunmuyor.
Dünyanın bu gidişatının nedenleri arasında, sistemde bir ya da iki büyük gücün çok sayıda değişkeni etkileme kapasitesinin bulunmaması yer alıyor. Hiçbir oyuncu hiçbir gelişmeyi kendi yetenekleriyle yönlendirme gücüne sahip değil, dolayısıyla sistemde “yukarıdan gelen” baskı yok. Bu, baskıcı bir babadan kurtulmuş bir ergenin kişilik arayışına girdiğindeki yalpalamalara benziyor. Ancak sorun şu ki, tarihte böylesi dönemler yaşandı ve hem Doğu’da hem Batı’da bu dönemler Karanlık Çağ olarak adlandırıldı.