İnsanoğlunun yok etme yeteneği, var etme yeteneğinden üstün. Çevreye, doğaya, sağlığa ve hatta ahlaka zarar veren ne varsa, hepsi insan icadı. Üstelik bu icatların en yıkıcı olanları da hep güvenlik adına üretiliyor. Daha fazla güvenlik arayışı, sürekli daha fazla ve daha yaygın kıyım yapacak silahların keşfine neden oluyor. Hal böyle olunca da, ne kadar fazla insan öldürülürse ve ne kadar doğaya, çevreye zarar verilirse o kadar güvende olunacağı varsayılıyor.
Son yıllarda devletlerin yeniden silahlanma harcamalarını artırıyor olması, bireysel silahlanmanın yaygınlaşması, patlayıcı denemelerinin sıklaşması insanın zarar verme iştahının hiç eksilmediğinin göstergesi.
Eline tabanca alıp kütüphane basanlar, minibüsle kalabalığa dalıp insanları öldürenler, mayın döşemekten vaz geçmeyenler, köylerin şehirlerin üzerine bombalar yağdıranlar “kazanç” peşinde koşarlarken binlerce “başka” insan ölüyor, çevre mahvoluyor, ahlak kirleniyor.
Yok etme merakı, esasen öldürmek anlamına geliyor. Benden olmayanı, bana benzemeyeni bertaraf etmek, benim olduğunu iddia ettiğimi geri almak ya da benim olmasını istediğimi ele geçirmek öldürmenin motivasyonu oluyor.
Bu arada en fazla öldürme kapasitesi olan, her durumda kendisini haklı sayıyor, kapasitesi daha düşük olan da öldürme meşruiyetini ideolojik gerekçelerde arıyor.
SİLAHLANMA ARTIYOR
Suudi Arabistan sürekli silah alıyor, İsrail’in iddiasına göre İran Lübnan ve Suriye’de füze üretmek için fabrikalar kuruyor; Çin savunma bütçesini yüzde beş, Hindistan da silah dış alımını % 111 artırıyor. ABD, Rusya ve gelişmiş diğer ülkelerin geliştirdikleri silahlara değinmeye bile gerek yok.
Dev bir cephaneliğe dönüşen dünya, bu kadar silahla aslında en başarılı şeklide dünya dışı varlıklarla savaşırlar. Ancak anlaşılan o gün gelene kadar birbirlerini öldürmeyi tercih ediyorlar.
Doğrudan birilerini öldürmeyenler ise, uygulamalarıyla katliamlara bir anlamda lojistik destek veriyor. Suriye’deki savaştan kaçıp kendilerini güvenli topraklara atmak isteyenlere Avrupa’nın, Myanmar’dan can havliyle kaçıp sınıra dayanan Arakan Müslümanlarına Bangladeş’in kapılarını kapaması, bu konudaki en açık örnekler.
Başka yerleri ele geçirme ve buralarda “benden” olmayanların hepsini öldürme anlayışı işe yarasaydı, insanlık tarihinin başlangıcından bugüne kadar geçen yaklaşık 100 bin yıl içinde “aynı tür”den tek bir toplum çoktan tüm dünyanın sahibi olabilirdi. Demek ki, meseleler öldürmekle hallolmuyor.
ÖLDÜRMEK ÇÖZÜM DEĞİL
Sorunların öldürmekle çözülemediği bilinmiyor olamaz; ancak insan ömrüyle sınırlı süre içinde her devlet skor hanesini yükseltmenin derdine düşüyor.
K. Kore mesela. İki gün önce yapılan denemede atılan füze Japonya’yı aşıp denize düştü. Japonya’yı pas geçmiş olması, hedefin bu ülke olmadığını göstermedi; zaten K. Kore Japonya’yı hedef aldıklarını açıkladı; Japonya’da alarm ilan edildi.
O füze Japonya’ya düşseydi, taşıdığı başlığı bilemiyoruz ama her halde epeyce kitlesel bir zarara yol açardı. Japonya buna karşılık verir, devreye tabi ki ABD ordusu girerdi. ABD işe girince, Çin savaş durumu alır; Rusya da boş durmazdı. Bu arada Hindistan da savaş durumuna geçer, Pakistan hareketlenir, borsalar ve petrol fiyatları ter yüz olurdu. Genel sonucu öngörmek kolay değil, ama nihayetinde öncelikle K. Kore diye bir yer kalmazdı.
Külliyen yok olacağını bile bile öldürmeye kalkmak nasıl bir çıkar hesabına dayanıyor, anlamak kolay değil. Bayramlar, bu muhasebeyi yapma fırsatı sunuyor. Herkesin Zafer Bayramı ile Kurban Bayramını kutlarım.