İskoç asıllı Avusturyalı bir terörist, Yeni Zelanda'da bir camiye, kulağında Sırp Çentiklerin Bosna Kasabı Karadziç'i öven marşı eşliğinde saldırıyor ve 50 Müslüman'ı ibadet mahallinde katlediyor.
Tıpkı bir bilgisayar oyunundaki gibi soğukkanlı ve kolayca.
Kafa kamerasıyla çektiği görüntüler, eylemin çoğaltılabilir olması için tasarlandığını da gösteriyor. Bilgisayar oyunlarından kopyalanmış bu sahneyi kolayca taklit edecek gözü dönmüş Haçlı teröristleri bulmakta zorlanmayacak bir Batı var artık karşımızda.
***
Müslüman kimliğine yönelik bu organize saldırının bir yeni-Haçlı terörünün prototipi olarak ele alınması gerektiğini ve buna karşı geliştirilmesi gereken stratejiyi tartışıyoruz. Şunu artık görmek durumundayız, Batı'da Müslüman kimliği artık tehdit altında. Siyasetin, medyanın ve toplumsal dip dalgayı yöneten istihbarat örgütlerinin çabalarıyla özellikle Müslüman göçmenler birinci tehdit sıralamasına sokulmuş durumda.
Bugün yaşananların temeli aslında 11 Eylül sonrası yürürlüğe konulan Haçlı söylemiyle atıldı. İslam ile terörün yan yana zikredilmesi, hem ABD'nin Ortadoğu'ya müdahalesini kolaylaştıran bir bahane oldu hem de bu konsept çerçevesinde geliştirilen strateji, Ortadoğu'yu terör örgütlerinin mayalandığı yer haline getirdi.
2003'ten sonra bölgeyi cehennem haline getiren bu strateji işte.
***
Esasen İslam'ın Batı'daki yükselişine karşı da bir tedbirdi bu. İslam, olağan ilişkiler içinde Batı'da özneleşecekken kriminalize edildi, terör tehdidinin temsili haline getirilerek İslam'ın yükselişinin önüne geçilmek istendi.
Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin üyelik sürecini hep askıda bırakmasının altında yatan da tabii ki İslam korkusuydu.
Benliğini kaybetmiş, arayış içindeki Batılı öznenin yeni kimlik inşasında İslam'ın onarıcı bir rol üstleneceği ve hızla yayılacağı güçlü bir öngörü olarak Batı aklının ürettiği politikalara yön verdi.
***
Yeni Zelanda'daki Haçlı terörünün hedefinde Türkiye'nin olması, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Müslüman dünyanın müdafii olarak simgeleşmesiyle ilgili. Arap sokağını dolaşın, Avrupa'daki göçmenlerin işlettiği mekanlara gidin, Türk olduğunuzu anladıklarında, hani geçenlerde Ekrem İmamoğlu'nun koluna girdiği turistin söylediği gibi, "Erdogan ekmel, Erdogan good" lafını işitiyorsunuz.
Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki kaderi, İslam'dan uzaklaşması kaydıyla dönemin yöneticilerine emanet edildi. İslam'dan ve dolayısıyla medeniyet perspektifinden uzaklaşılacak, imparatorluk bakiyesi ne varsa dar bir ulus-devlet anlayışı içine hapsedilerek bir daha Batı için tehdit olmaktan çıkacaktı. Bu dar ve tek tipçi anlayış zaten bugün hala çözemediğimiz sorunların kaynağı oldu.
Yeni-Haçlı terörüne karşı ancak İslam'la donanarak ve ataletten kurtularak durabiliriz.
Atık karnemiz 0 olsun!
Önceki gün, Cumhurbaşkanımızın eşi Hanımefendinin 1.5 sene önce başlattığı ve bu zaman zarfından bile milyonlarca ağacı kesilmekten kurtaran ‘Sıfır Atık’ kampanyasının Başakşehir Belediyesi tarafından yürütülen tanıtımına katıldım. Geri dönüşümün yerel yönetimlerin gündemlerinin en başına yerleşmiş olması ümit verici bir gelişme.
Plastik, metal ve kağıt ambalajları geri döndürmek, çok geç kaldığımız bir konu. Evde ayrıştırma bu işin en önemli ayağını oluşturuyor ama evde ayrıştırılan ambalajları atabileceğimiz ilk toplama yerlerinin yakında olması gerek.
Bence çöp olayını bir türlü çözemeyişimizin en önemli sebebi, çöplerin kapı önlerinden toplanıyor oluşu. Herkes kendi çöpünü en yakın toplama yerine kendisi götürse bu konu çok daha hızlı çözülür.
İnsanımız köylerde bunu yapıyor. Hayvanların tüketebileceği şeyleri onlar için ayırıyor, naylon ve kağıtları yakarak yok ediyor, metal ve camları ise herkesin ortak kullandığı bir yerde topluyor. Bunu şehirde yapamıyor oluşumuzun müeyyide eksikliği ile alakalı maalesef.
Gurbetçilerimiz anlatsın, Almanya'da çöpü zamanında toplama yerine götürmediği için aldıkları cezaları ve ondan sonra bir daha o yanlışı yapmadıklarını...