ABD’deki davada Rıza Sarraf, toplam yedi suçlamayı kabul etti.
Hakkındaki suçlamaların 6’sı biliniyordu; hepsi İran'a yönelik yaptırımları delmek, ABD Hazinesi’ni zarara uğratmak ve ABD yasasını ihlal etmek çerçevesindeydi.
Yedinci suç ise ‘ABD cezaevinde duruşma gününü beklerken bir gardiyana rüşvet vermek’ti.
İlk duruşmada Sarraf, “Bir memura bana alkol getirmesi ve cep telefonunu kullanmama izin vermesi için rüşvet verdim” dedi. Davada yargılanan Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın avukatı Victor Rocco’ya göre ise Sarraf, “gardiyanlara rüşvet vererek kadın sokmaya çalışmış, içki, uyuşturucu ve yiyecek temin etmeyi” başarmıştı.
Sarraf ilk duruşmada ‘neden itirafçı olduğu’ sorusuna şu cevabı verdi: “Türkiye ile takas olur diye bekledim. Olmayınca cezaevinden çıkmak için en hızlı yol ABD ile işbirliği yapmaktı.”
Kafam karıştı!
- Sarraf, Türkiye ile takas beklerken neden ABD cezaevinde yeni bir suç işledi?
- ABD-Türkiye ilişkilerini etkileyecek kadar önemli bir davanın sanığı, cezaevine -hadi kadın ve uyuşturucuya iddia diyelim- alkol ve cep telefonu nasıl sokabilir?
- Bunun için rüşvete meyyal bir gardiyanı kısa sürede ‘gözünden’ mi tanır?
- Sarraf’a ‘rüşvete açığız’ mesajını hangi gardiyan verdi?
- Alkol ve cep telefonu (veya kadın ve uyuşturucu) cezaevine ne zaman ve nasıl sokulur?
- O gardiyan bulundu mu?
- O gardiyan ve cezaevi yönetimi hakkında soruşturma açıldı mı?
- Yoksa bu Sarraf’ın Türkiye’ye iade için son umudunu da kıracak bir ‘kumpas’ mıydı?
Yani;
- Sarraf’a, ‘O yedinci suçu işlemeyecektin’ mi dedirttiler?
Şimdi, Sarraf’ın ‘işbirliği’ mektubunu 26 Ekim 2017’de imzaladığını ve “Benden imzalar alınırken mantığımı etkileyecek, uyuşturucu, alkol ve benzeri hiçbir durum olmadığını belirtirim. Suçlu olduğumun kabulü kararını herhangi bir güç, baskı ve korku altında almadım” dediğini hatırlayalım.
Yerseniz!
Ben tokum…
CHP belgeleri ne anlatıyor?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ‘Man Adası belgeleri’ diye ortaya çıktığında ‘zamanlama’ya dikkat çekmiştim.
Belgeler gerçek mi, sahte mi, para dışarı mı çıkmış, içeri mi girmiş; bunlardan bağımsız sorular sormuştum.
Gazetecilere de belgeler gelir.
Önce kaynağına bakarız;
Kaynağını bilmiyorsak ‘doğrulama imkanı’ olup olmadığına bakarız.
Kaynağı belirsiz ve doğrulama imkanı da yoksa, belgenin ‘hangi sonuçlar doğuracağını’ tartışırız.
Ve bu sonuçların ‘kimin işine yarayacağını’…
CHP, ‘kaynağı’ söylemiyor.
Belgelerin doğruluğunu araştırıp araştırmadığını da söylemiyor.
‘Suç vardır’da demiyor.
Sarraf davasına ‘denk gelmesini’ de açıklayamıyor.
Ne diyor?
Kaynak için ‘vatansever birileri’ diyor.
Kağtta yazılı isimleri okurken bile defalarca yanlış söylüyor.
Biz ortaya attık TBMM araştırsın diyor.
Adını verdiği kişiler tazminat davası açınca ‘suç var demedik ki’ diyor.
Zamanlamayı, “ABD’de Sarraf davası var diye Türkiye'de siyasi iktidar her şeyi özgürce yapacak veya ileride hukuki olmayan şeyler yapacak ve muhalefet buna susacak mı?” diye savunuyor.
Bunu yaparken hem yeniden ‘suç isnadında bulunduğunu’ fark etmiyor;
Hem de ‘ileride hukuki olmayan şeyler yapacak’ diye ilginç bir ‘kehanette’ daha bulunuyor!
Enteresan bir şey daha;
Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, geçen Cuma günü, “Man Adası adını Kılıçdaroğlu açıklayana kadar duymadıklarını” söyledi.
Oysa bir başkaGenel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, 16 Kasım’da, Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın cevaplaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na soru önergesi vererek, “Man adasıyla yapılan vergi anlaşmasının neden geç yürürlüğe girdiğini” sormuştu!
CHP’ye ‘belge’ veren elin bir hesabı var.
Birinci hesap Sarraf davasından Türkiye davasına doğru çevrilmeye çalışılan ABD’deki kumpasa karşı Türkiye’de oluşacak toplumsal dayanışmayı kırmak.
Tutmazsa da, CHP Genel Başkanı’na dava açılmasını sağlayarak Türkiye hakkında ‘muhalefeti susturan ülke’ programını işletmek.
Kılıçdaroğlu ‘vatansever’lerin ‘hangi vatanı sevdiklerinin’ ve kendisini nereye sürüklediklerinin farkında mıdır?
Değilse, CHP’nin akil insanları nerededir?