Bir bebeğin, normalde şansa dayalı genetik bir piyango ile doğduğu ve sağlığının bu genetik piyango ile şekillendiği bilinir. Anne ve babanın genlerinin buluşması, o buluşmanın şifresi, bebeğin de özelliklerini belirler.
Ancak ana-baba genlerinin buluşması noktasında yeni müdahale yolları açılmaya başladı. Özellikle tüp bebek oluşumunda ceninin genetik yapısına bakıp, o genetik kodu değiştirmek büyük ölçüde mümkün. Şimdilik hastalıkları belirleyip düzeltmek için cenin genetik şifresine müdahale edildiği söyleniyor. Ancak bilim, benzer müdahale ile, doğacak bebeğin boyunu uzatıp, ten ve saç rengini değiştirmenin, hatta zekayı artırmanın mümkün olduğunu söylüyor. Gidiş o kadar hızlı ki, cinsiyet belirleme, olağan sayılmakta.
Yani ‘Üstün’ sayılan insan tipini laboratuvarda kurgulamak, mümkün. Bu işi yapan şirketler Amerika’da ve devlet destekli klinikler halinde Çin’de çalışıyor. İlk bakışta ‘ilerleme, gelişme, modernleşme’ gibi gelse, de bu olayın ağır sosyal ve ahlaki boyutları var. Hatta genetik yapıya müdahale, siyasal ve ekonomik sınırları zorluyor. Bu yöntemi yasa ile sınırlamak belki halen mümkün olsa da, başka ülkelerin serbest bırakması ve teşvik etmesi ihtimali, zor tercihler getiriyor. Genetik turizm, bazı ülkelerin gelir kaynağı olabilir.
Ülkelerin yeni nesiller arasında genetik kodu düzenlenmiş, daha üstün sayılan bebekler yetiştirmeleri ve bu özel bebeklerin sayılarının artmasıyla ‘üstün bir sınıf’ oluşturmaları mümkün. Ardından genetik kodları değiştirilmiş kuşakların siyasi ve sosyal yapıyı değiştirmesi de mümkün.
Bilinen ulusal yapıların ötesinde yeni genetik nüfusla ülkelerin nasıl değişebileceği, geniş hayal gerektiriyor. Ve ihtimaller, bu hayal gücünü de zorluyor.
Öte yanda kötü ihtimallar var: Genetik yapısı oynanmış bebek deneylerinde hesapta olmayan sonuçlar ve yanlışlıklar yaşanırsa ne olacak? Genetik deney insanlarının ileri ya da üstün sayılan zekaları ve anlayışları kendilerine ve çevrelerine nasıl etki yapacak? Bu insanlar ‘normal’ yaşam mı sürecek, yoksa özel yaşam merkezlerinde korumalı duvarlar arasında ‘laboratuvarlarda’ mı yaşamaları gerekecek?
Ardından, genetik şifre değişikliği ile çoğunluk ‘ileri’ zekaya ulaşınca, geride kalan ‘normal’ insanlara ve bu teknolojiye ulaşamayan ülkelere ne olacak. Bu insanlar ve ülkelere artık gerek kalmayacak mı? Zaten ‘kısıtlı kaynaklar’ ve ‘dünya fazla kalabalık’ diye mırıldanmalar başladı. Dünyada yer açmak için ‘gereksiz sayılan kitlenin yok edilmesi’, düne kadar roman-film senaryosuyken, şimdi senaryo, gerçeğe yol alıyor. İnsanlığın ‘ileri’ ve ‘geri’ diye iki ayrı türe ayrılmasıyla dünyada birinin diğerini istememesi ve kitlesel olarak yok etmesi çok mu aşırı bir ihtimal? Şimdiye dek dünyanın şiddet geleneğine ve ‘normal insanlar arasında’ yaşanan ve yaşanmakta olan çatışmalara bakarsak, hiç değil.
Laboratuvarda üstün insan deneyleri
Genetik şifreyle oynamak için tüp bebek yöntemi kullanılıyor. Tüp bebek yönteminde ceninin en erken aşamasında, yumurtadan alınan hücreden bebeğin genetik kodu, harita biçimde çıkartılıyor. Sonra o kod haritasında ‘hata’ aranıyor. Bazı DNA zincirlerindeki hasar ya da kopukluk, belirli hastalıkların habercisi sayılıyor. Aynı zamanda gen kodlarının ne anlama geldiği, genin şifreleri, bilinmeyen bileşimlerin hangi özellikleri taşıdığı, ışık hızıyla çözülmeye başladı.
Geçenlerde Çin’de bir ceninin gen haritasında görülen kan hastalığı beta-telasemi, tamir edildi ve o hastalığı taşıyan kod, DNA zincirinden çıkartıldı.
Bilim, DNA zincirini dijital ortamda kopyala-yapıştır yöntemiyle değiştiriyor. Hatalı kod zincirden çıkartılıyor ve oraya düzgün kod yerleştiriliyor. Çin deneyinde, hastalığın genetik şifreden silindiği duyuruldu. Çin aynı biçimde, akciğer kanseri kodunu silmek için çalışıyor. Zaten mesele, hastalıklı kodu çıkarttıktan sonra yerine ne konacağı. İngiltere, üç insanın genetik bileşiminden bebek imalatına izin veren deneylere izin verdi.
Hastalıklı kod olmasa da, mevcutların laboratuvardaki ‘üstün kod formülleriyle’ değiştirilmesi, şimdi değil ama yakında mümkün. O zaman senaryo değil, gerçekle karşılaşacağız.
ABD’de bu işi yapan bilimciler, insan zekasını belirleyen gen kodlarıyla oynayıp, zeka testinde 130’u bile zor gören insanların 10 bin zeka seviyesine çıkabileceğini savunuyorlar. Yazı ile on bin zeka!
Gerçi başka bilimciler, bu yöntemlerin kesin olmadığını ve henüz başarı sağlanmadığını söylemekteler. Ancak şimdi başaramasalar da yakın bir zamanda başaracakları anlaşılıyor. Yararlı işlerde kullanılırsa, 10 bin zeka düzeyi insanlığa faydalı olabilir. Ama bu zeka ve beyin düzeyi, insanlığın hiç olmadık biçimde sınavlara tabi tutulması demek. İnsanlık eski ve çok daha kolay sınavlarda hiç başarılı olmamışken, iyimser düşünmek zor.
Üstün ırk düşüncesi meğer nereden çıkmış?
Üstün ırk denen çılgınlığın kaynağının Hitler Almanyası olduğu, Nazilerin genlerle oynayıp üstün ırk yaratmak ve ırkın sözde saflığını korumak için uğraştıkları bilinir. Peki bu fikirler gerçekten Almanya’dan ve Nazilerden mi çıktı?
Bilenler, ABD’den çıktığını anlatıyor. 1920’lerde American Eugenics Movement denen hareket, ABD’de ‘saf ırk’ planlarıyla yola çıkmış. Hitlerden çok önce.
Dönem, ABD’de siyahların kölelikten çıkması dönemi. ABD iç savaşı 1865’te bitiyor. Kölelik bu tarihte sona eriyor ve 4 milyon siyah, hesapta özgür. Ancak siyahların zincirli köle olmaktan çıkması başka, insan sayılmaları başka, hak ve hukuka sahip olmaları başka konu. İç Savaş sonrası ‘Yeniden İnşa’ döneminde siyahların geçiş süreci başlarken, Asya ve Doğu Avrupa’dan da mülteci akışı hızlanıyor. ABD Beyazları bu ortamda ’beyaz ırkı korumak’ sevdasına düşüyor. 20. yüzyıl başlangıcında ‘Siyahların haddini bilmesi’ ve beyaz adamın üstünlüğü, bir siyasi tercih olmaya başlıyor.
‘Gen havuzunu kirletenleri kısırlaştırmak’ kavramı ABD’den çıkmış. İlk kısırlaştırma kararı Indiana’da, 1907’de. İki yıl sonra en kalabalık ve en çok mülteci akışı olan Kaliforniya eyaleti, ırk yapısı uygun olmayanların zorla kısırlaştırılmasını yasaya bağlıyor. Benzer yasalar 1935’te 32 eyalete yayılıyor.
‘Irkı saf tutmak’ fikri Hitler’in değil, ABD’nin. Hitler ABD’den esinlendiği bildiriliyor duyuruyor. Bir fark varsa ABD, ‘yeni kuşakların doğmasını’ kısırlaştırmayla önlüyordu. Hitler, olanı da yok ediyordu. ABD uygulaması 1951’de ‘yumuşatılmış’ Kaliforniya son kısırlaştırmayı 1979’da yapmış. Bunlar kitap köşelerinde unutulmuş, gündemden düşmüş ve şimdilerde de hatırlanması istenmeyen bilgiler.
Halen sol-liberal Amerika, Başkan Donald Trump’ın kişisel ve siyasal tabanının bu tür ırkçı amaçlar taşıdığına inanıyor. Trump’ın ‘Beyaz Amerika’ heyecanı siyaseten dikkati çekiyor ancak ‘kim ırkçı’ diye başlayınca, ABD’de liste uzun.
Örneğin ABD’de sol-liberal çevrelerin gözdesi
ve yoksul renkli derililerin sık kullandığı Aile Planlaması Derneği Planned Parenthood’un gerçekte nüfus sınırlaması ve ırk ıslahı yaptığını savunan sağ düşünürler de var.
Domates tohumu ıslah etmek gibi insan islahı
Bu işleri Eugenics terimi özetliyor. İyi Tür, Makbul Tür ya da Sağlıklı Tür denebilir. Öjenik diyen var. Makbul insan genlerinin -sarışın, mavi gözlü, iri yapılı vs- birbiri ile çiftleştirilerek özel ve üstün nesiller üretmeyi öngörüyor. Eski Yunandan beri felsefesi var. Modern zamanlarda ‘devlet ırkın saflığını korusun’ fikri, tam 20. yüzyılın başlangıcında Kraliçe Victoria’nın hizmetkarı Sir Francis Galton tarafından geliştiriliyor. Galton’un Kraliyetin sömürge topraklarında yerlileri izleyerek bu düşüncelere vardığı söylenir. Beyaz Adam, diğer renklere karşı kendini üstün görmektedir. 1911’de ölen Galton’un, Charles Darwin’in uzak akrabası olması da bir başka ayrıntı. Bitki ve hayvan türleri ırk ıslahı yoluyla geliştirilirse, insan ırkı neden aynı şekilde ‘ıslah’ edilmesin? Bu düşüncelerin tarihe gömüldüğünü savunmak mümkün değil. Dünyanın şimdiki ortamı bu teorilerin yok olmadığını ve her zaman daha da çılgın bir noktaya çıkılabileceğini gösteriyor.
ABD’de bir poster. Yalnızca sağlıklı tohum ekilmeli.Genlerde kalıtsal hastalık ve olumsuzlukları öjenik ile kontrol edin.