Yaptırımlar İran’ın petrol ihracatını, deniz ve hava taşımacılığını, savunma sanayini ve bankacılık sektörünü hedef alıyor. Bu alanlarda İran ile ilişki sürdüren devletler, ABD ile iş yapamayacak, uluslararası para sisteminden işlem göremeyecek.
Yaptırımların hedeflerinden birisi, İran’ı ekonomik olarak çökertmek ve bozulan ekonominin toplumsal patlamalar yaratarak rejim değişikliği getirmesini ummak olabilir. Ancak bu beklentinin garantisi bulunmuyor. Zira ambargonun çeşitli şekillerde delinmesi mümkün.
Ambargo, kaçakçılık gibi yasa dışı yollarla delinebilir. Ancak buna hiç gerek olmadan Çin gibi uluslararası finans sisteminin kenarında duran bir ülke ile zaten bazı ambargolara maruz kalmış Rusya üzerinden İran pekala ekonomik faaliyetlerini sürdürebilir. Dolayısıyla ABD İran’ı hedefe koyarken aslında bir yandan da merkezinde İran’ın bulunduğu ve başta Çin olmak üzere bir dizi devletin içinde yer aldığı yeni bir ekonomik bölge oluşmasını teşvik etmiş oluyor.
Ambargonun İran’ı Rusya ile Çin’e daha fazla ittiğini, bunun da Çin ile Rusya arasında ciddi bir “rekabet” konusu olacağını da belirtmek gerekiyor.
Güney hattını korumak
İran’ı Rusya-Çin çekişmesine sunan ABD’nin başka hedefleri olduğu da anlaşılıyor. Yaptırımların petrol kısmıyla ilgili geçici muafiyet tanınan ülkelere bakıldığında, hemen hepsinin enerji hatlarının güney çizgisinde yer aldıkları görülür. Japonya, Çin, Hindistan, Güney Kore, Türkiye, Yunanistan ve İtalya adeta “sıcak denizler”in ABD tarafından paranteze alınmasını ima ediyor.
Yaptırımlar, petrol ihtiyacını İran’dan sağlayanların zaman içinde güney eksenine yönelmelerini ve o hattı güçlendirecek ittifaklar yapmalarını zorluyor. Bu Irak, Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan gibi üreticilerin Avrupa’nın güney ekseninden kıtaya girmelerini teşvik etmek demek. Diğer bir ifadeyle, İran yaptırımları, İran’dan daha fazla başka devletleri hedefe koyuyor.
Koskoca ABD’nin İran ile derde kalması, zaten ikili ilişkiler bağlamında değerlendirilemez. İran’ın çevrelenmesi, onunla ABD’ye rağmen ilişki sürdürenlerin cezalandırılması anlamına geliyor. Bu çerçevedeki sınavlardan biri Rusya-Çin ilişkileri olacaksa, bir diğeri kesinlikle AB-ABD ilişkileri olacak. Zira yaptırımlar en fazla İran’la yoğun ekonomik ilişkisi olan Almanya ve Fransa’yı etkileyecek.
Avrupa’yı tercihe zorlamak
AB’nin yaptırımlar karşısında birlik olarak ortak karar alması gerekiyor, ancak üyelerin etkilenme biçimleri farklı olduğundan çıkarları da ayrışıyor. Çıkış yolu olarak gündeme gelen takas ticareti ise, AB’nin temel mantığına aykırı bir durum yaratıyor. Ortak Pazar, üçüncü ülkelerle ticarette uygulanan vergiler sistemine dayanıyor. Takas sistemi, şeffaflık ve Ortak Pazar ilkelerinin dışına çıkılması anlamına geldiği gibi üye ülkeler arasındaki ilişkilerde de adil olmayan durumlara işaret ediyor. Almanya örneğin, kimyasal hammadde karşılığında İran’a makine teçhizat verecek, ama bu takasın Portekiz’e hiç bir yararı olmayacak, zira ortak Pazar mekanizması dışında bir uygulama olacak.
Trump’ın AB’nin bir yandan Rusya korkusuyla öte yandan üyeler arası anlaşmazlıkların artmasıyla ABD’ye eklemleneceği yönünde bir beklentisi var gibi. ABD-AB serbest ticaret anlaşması yoluyla AB’nin rızası alınarak gerçekleşecek eklemlenme olmayınca, mecbur bırakma yöntemi uygulandığı söylenebilir.
Yaptırımlar Trump’ın küresel sisteme imzasını atma girişimi; ama artık onun ne yapacağından çok, ona karşı ne yapılacağına bakmak gerekecek.