Son derece sinematografik bir sahne…
15 Temmuz 2016 gecesi. O zamanki adıyla Boğaziçi Köprüsü’nün üzeri.
Fetullah Gülen Terör Örgütü’ne (FETÖ) mensup olan ama bizim o vakte kadar, “askerimiz” zannettiğimiz teröristler köprüyü ele geçirmiş.
Tanklar köprü girişine konuşlanmış, namlular sivil halka çevrilmiş.
Köprünün ayaklarında, yüksek noktalarda ise keskin nişancılar var.
Ve ateş ediyorlar.
İnsanlar üçer beşer düşüyor yere. Asfalt üzerinde kan gölcükleri...
Yere düşene yardıma koşanlar... Yere düşenin yerini doldurmak için ileri atılanlar...
Bir şey artık netleşmekte… Bu işin şakası yok. Ateş edenlerin üzerinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nden gasp edilmiş üniformalar olsa da, insanların gövdelerinde kocaman delikler açan silahlar TSK envanterine kayıtlı olsa da, bu “askerler” bizim değil.
Bu bir darbe değil.
Bu bir işgal girişimi...
Bunu anlıyor ama tereddüt etmiyor, bir adım geri adım atmıyor köprüdeki siviller.
Yine, halka açılan ateş sırasında, ileri atılanlar arasında, bir genç.
Vuruluyor. Vurulduğunu anlıyoruz uzak açılı bir kayıttan.
Yere düşüyor... Dizleriyle, sonra bedeniyle...
Kendisi sırt üstü düşüyor ama düşerken bile sağ elinde tuttuğu bayrağı yere düşürmüyor.
Belki o an can vermekte olan bedenine söz geçirip kolunu yukarda tutmayı başarıyor…
***
İzlemişsinizdir mutlaka televizyonlarda, internette dolaşan videolarda.
O genç kim, bilmiyorum. Şehit mi düştü yoksa “kurtarıldı” mı, bilmiyorum.
Ama bir sivilin öyle bir anda bile bayrağı –bayrağımızı- yere düşürmemiş olmasından çok etkileniyorum.
“Sinematografik bir sahne” tanımı lafın gelişi elbette… 250 şehidin, 2 bin gazinin, 80 milyon insanın şahitliğinde yaşanmış bir gerçeğin küçük bir parçası sonuçta.
Yazılmadı oynanmadı. Yaşandı. Belki böyle ölündü.
Köprüdeki başka bir sivil o an kayıtta olmasaydı görülmeyecek bilinmeyecekti.
Ama görüldü bilindi.
Şimdi...
15 Temmuz’un sene-i devriyesine erişmiş insanlar olarak, şahidi olduğumuz bu bilgilerle ne yapacağız?
Cumhurbaşkanımızın liderliği, Ömer Halisdemir’in kahramanlığı, her bir şehidimizin fedakârlığı sayesinde başımız dik, hamdolsun. Özgür ve onurlu bir ülkenin vatandaşı olmanın hazzını, şükrünü tadıyoruz.
Peki... Kendisi toprağa düşen ama bayrağı yere düşürmeyen şehitlerimizin geride bıraktığı o son hatıranın hakkını nasıl ödeyeceğiz? Gereğini nasıl getireceğiz yerine?
Suçüstü ya da suç mahallinde yakalanmış teröristlere hak ettikleri cezayı temin etmek yerine sümsük bir bağışlanma bahşederek mi?
Şehitlerimizin katillerinin “Türkiye’de adalet yok” şovu yapmalarına, Meclisimizi bombalayan, Cumhurbaşkanımızı öldürmeye kalkan teröristlerin “kahraman” pozu kesmelerine anlayış göstererek mi?
Adalet, mahkeme başkanlarının vereceği karardan mı ibarettir?
Açıklanacak hükmün, hükmünün kalmayacağı gevşek bir ortam oluşmakta ise oluşturmayın, şehidin emanetini yere düşürmeyin demek neden “adaletsizlik” olsun.