Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün AB Dönem Başkanı Bulgaristan’ın Varna kentindeki liderler zirvesine katıldı.
Erdoğan, Varna’ya giderken “AB'ye tam üyelik stratejik hedefimiz olmaya devam ediyor” dedi.
Toplantı, Erdoğan'ın 25 Mayıs 2017’de Brüksel'de katıldığı zirvenin devamı niteliğinde. Toplantının gündemini ‘karşılıklı çıkarlara odaklanmak’ olarak tanımlayabiliriz.
Bu da, ‘gündem dışı konulardan uzak durmayı’ gerektiriyor.
Türkiye’nin Afrin operasyonu; Yunanistan’ın Ege’deki kayalıklar üzerinde milliyetçi gösteriler, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin KKTC’nin de haklarının bulunduğu karasularında tek taraflı enerji sondajları yapma girişimleri zirvenin konusu olmamalı.
Bu, zirveyi sabote etmek olur.
Ayrıca böyle bir durum, ‘AB liderlerinin Rum ve Yunan liderlerinin girişimlerine teslim oldukları’ şeklinde yorumlanmaz.
Aksine, AB liderlerinin Türkiye’ye karşı Rum ve Yunan liderleri üzerinden bir ‘vekaletler savaşı’ yürüttüğü şeklinde yorumlanır.
Zira AB ve Türkiye’nin çıkarlarının odaklandığı noktalar ne Ege kayalıkları ne de Doğu Akdeniz’de tek taraflı Rum girişimleri.
Çıkarların odak noktaları Gümrük Birliği’nin güncellenmesini de gerektiren ekonomik ilişkiler, terörle mücadele, bölgesel güvenlik ve kontrol dışı göçe karşı politikalardır.
Bu politikalarda AB’nin en önemli ortağı Türkiye’dir.
Ve Türkiye bu konularda üzerine düşeni yapmaya devam ediyor.
Vize serbestisi için en son Ankara’dan Brüksel’e giden ve ‘terörle mücadele konusunda yasal düzenlemelerle ilgili taahhütleri de içeren’ niyet mektubu, AB tarafında da olumlu karşılandı.
Bunu Avrupa medyasından okuduk.
Türkiye başka ne yaptı?
Türkiye, 2016’da yapılan geri kabul ve vize serbestisi anlaşmasında üzerine düşeni yerine getirdi.
Avrupa İstatistik Dairesi Eurostat verilerine göre, 2016’da AB ülkelerine yapılan iltica başvuruları 1 milyon 200 bin kişi civarındaydı, 2017’de yarı yarıya düşerek 650 bine geriledi.
Geri kabul anlaşmasının mimarlarından Almanya Başbakanı Angela Merkel’in siyasi danışmanı Gerald Knaus’un ifadesiyle; “2016 Şubatında Yunan adalarına her gün 2 bin mülteci çıkarken bir yıl sonra bu sayı 100'e düştü. Almanya'ya gelen mülteci sayısının azalmasında Balkan rotasının kapatılması da etkili oldu.”
Merkel mülteci sayısını azaltma başarısını kendi hanesine yazdı, seçimlerden sonra Başbakanlık koltuğunu korudu.
Anlaşmaya göre, AB de Türkiye’ye mülteciler için harcanmak üzere 3+3 milyar euro ödeyecekti.
Bu rakam halen 1 milyar euro civarında kaldı.
AB, Türk vatandaşlarına vizesiz seyahat imkanı sağlayacaktı; bu yapılmadı.
Vize serbestisi için Avrupa Komisyonu ve AB ülkeleri onay verecek; sonra da Avrupa Parlamentosu’ndan onay alınacak.
Ancak Mayıs 2019'da AP seçimleri var ve bu süreçte Türkiye lehine bir sonuç almak mümkün görünmüyor.
Ancak yine de AB liderlerinin alacağı bir karar, Avrupa’da hala bir ‘ortak siyasi akıl’ olduğunu göstermesi bakımından önemli olacak.
Bu aklın olup olmadığı veya Avrupa’yı etkisi altına alan ‘popülist’ siyasetten ne kadar bağımsız hareket edebildiğini Varna zirvesinde görmüş olacağız.
Bu yüzden Erdoğan’ın Varna’ya giderken söylediği son iki cümle önemli:
“Ülkemizin müzakere sürecinde karşılaştığı siyasi ve suni engellerin kaldırılması, katılım sürecimizin tekrar canlandırılması beklentimizi Avrupa Birliği liderlerine tekrar ileteceğiz. Ayrıca Türkiye'nin terörle mücadelesinde AB’den ‘amasız, fakatsız, ikirciksiz net bir iş birliği’ beklediğimizi tekrar vurgulayacağız.”
Türkiye, AB’den ve NATO müttefiklerinden beklediği desteği görmediği için ‘bağımsız’ politikalar geliştirmek zorunda kaldı. Ve içinde karşı karşıya kaldığı sınamalardan ‘bölgesel ittifakları’ değerlendirerek çıktı.
Bu durum AB ve NATO ittifakı için çok şey anlatıyor.
Erdoğan, Varna’da bir kez daha bizzat ders vermek zorunda kalacak.