Dünkü yazımda, FETÖ’yle 28 Şubat’çıların “zımni ortaklığına” değinmiştim.
Ergenekonve Balyoz soruşturmalarından sonra 28 Şubat dosyasını açan ve “28 Şubat’ı yargılıyormuş gibi yapan” örgüt yargısı, göstermelik birkaç tutuklamadan sonra “tüm sanıkların tahliyesine” karar vermişti.
Bu nasıl olmuştu?
Darbe niyetini bile ağır müeyyidelere bağlayan yargı (hadi Ergenekon ve Balyoz’un “niyette kalmış” darbe girişimleri olduğunu düşünelim), nasıl oluyor da apaçık bir darbe olan 28 Şubat’ı aklıyordu? Tüm sanıkların topluca tahliyesine karar veriyordu?
Ergenekon ve Balyoz sanıkları ortalama beş yıl tutuklu kalmışlardı.
Bir kısmı ağır cezaevi şartlarına dayanamayarak hayatını kaybetmişti.
28 Şubat’ın başlatıcısı ve tamama erdiricisi Çevik Bir’in ayrıcalığı neydi?
Erol Özkasnak’ın ayrıcalığı neydi?
Darbenin lojistiğine koşulmuş bir kısım medyanın ve bazı sivil toplum (!) kuruluşlarının ayrıcalığı neydi ki, iddianameye bile girmemişlerdi!
Bir zımni ortaklık ya da “darbe kardeşliği” mi söz konusuydu?
Bu sorunun cevabını Ergenekon davası mağduru ve CHP milletvekili Tuncay Özkan’dan alalım...
Özkan, katıldığı bir televizyon programında, 28 Şubat darbesinin arkasında “Fetullahçı yönlendirmesi” bulunduğunu söylüyordu.
Direkt böyle söylemiyordu da, demeye getiriyordu.
Konuyu, o günlerde enine-boyuna ele almış, Tuncay Özkan’ın haklı olabileceği bazı çıkarsamalar yapmıştım.
Hatırlayalım:
28 Şubat, evet, görünüşte bir “Kemalist restorasyon hareketi”ydi, işi götüren büyük ölçüde Kemalist bürokratlardı ama darbenin Emniyet ayağını “ülkücü” kılığına girmiş Fetullahçılar oluşturuyordu. (Fadime Şahin-Müslüm Gündüz hadisesini Fetullahçı polislerin kurguladığını Tuncay Özkan’dan öğrenmiştik. Hrant Dink cinayeti şüphelisi Ali Fuat Yılmazer ve Ramazan Akyürek dâhil, FETÖ sanığı olan bütün Emniyet’çiler oradaymış. Darbecilere içerik ve malzeme üretmek için yoğun bir “istihbarat faaliyetine” girişmişler. Müslüm Gündüz’ün evine yapılan baskın sırasında gazetecilere “mihmandarlık” görevini de yine FETÖ’cü polisler üstlenmiş.)
28 Şubat iddianamesini hazırlayan ve bugün FETÖ’den dolayı tutuklu bulunan savcı, o günlerde, nedense, bazı iştirakçileri “devre dışı” bırakmış...
Darbenin medya ayağı dosyada yok...
Emniyetçiler yok...
İş dünyasının namlı çetecileri yok. (Bunlardan biri, “Biz Beşli Çeteyiz” diye bir de kitap yazmış, darbedeki rollerini övünerek anlatmıştı.)
Sendikacılar yok...
Darbeyi, “Bu bir sivil kamuoyu çalışmasıdır” diye meşrulaştıran siyasetçiler yok.
Bir süre sonra “toplu tahliye”yle sonuçlanacak soruşturmanın ciddiyetini iddianame ele veriyordu zaten... (Star yazarı Yakup Köse’nin önerisi yerindedir: Bu iddianame yeniden yazılmalıdır ve FETÖ’nün operasyon iddianamesi “doğrudan” çöpe gönderilmelidir.)
28 Şubat tahliyeleri “pis bir şeylerin” habercisiydi.
Nitekim öyle oldu...
Tahliyelerin ardından 17/25 Aralık girişimi sahne aldı... Ardından MİT TIR’larına yapılan baskın, ardından liberal görünümlü çakalların başlattığı “27 Mayıs benzeri bir müdahale gündeme gelebilir” kampanyası, ardından 15 Temmuz işgal hareketi...
Meğer FETÖ gerçek niyetini, Gezi ayaklanmasından çok çok önce, Çevik Bir ve arkadaşlarına yönelik “göstermelik” 28 Şubat tutuklamalarıyla (ve akabinde toplu tahliyelerle) ele vermiş.
Uyumuşuz!