Eleştiri yapmak ya da eleştirel düşünmek, Botan çayının kenarında oturup o şahane Siirt fıstığı yemeye benzemez. Eleştirinin kelimeleri kekik kokmaz. Bunu biliyorum. Keşke öyle olsaydı. Keşke mevsimler bahara kilitlenseydi. Ama öyle değil. Hayat, her zaman, gün batımlarının hayranlık verici ışıltılarından ibaret değil. Bazen dikenli gül bahçelerinde yürümeyi bilmek lazım. Hayat bu; önceden neyle karşılaşacağımızı bilemeyiz. Dolayısıyla hayatın her haline hazırlıklı olmalıyız.
“Umut Her Zaman Vardır” yazı dizisiyle ulaşmaya çalıştığım şey, içinizdeki kuşku alevine bir bidon benzin dökmek değildir; tam tersine adı ‘’anlam’’ olan anlamak yetimize bir parça eleştiri sosu ilave etmektir. Söz gelimi bir cümlenin anlamını yalnızca kelimeleri mekanik bir biçimde üst üste yığarak oluşturamayız. Ya da bir sepet içinde üst üste istiflenmiş cümlelerin kendiliğinden, sırf istiflendikleri bir hizaya konuldukları için anlam kazandıklarını bekleyemeyiz.
Kelimelerin görece tutarlı bir anlam oluşturabilmeleri için, her birinin, deyim yerindeyse daha öncekilerin izlerini taşıması ve kendinden sonra gelecek olan kelimelerin izlerine açık olması gerekir. Anlama çabası, Kızılderili iz sürücünün çabası gibidir. Eğer ortada bir iz yoksa iz sürmek, beyhude bir çabaya dönüşür.
Ne demek istiyorum? Demem şu ki; ağzımızdan çıkan her şeyin hayatta bir karşılığı, bir temsili olmalıdır. Hayatta bir karşılığı olmayan, hayat içinde hiçbir şeyi temsil etmeyen ifadeler, sadece zor şeyler değil, aynı zamanda anlaşılmaz şeylerdirler de. Hiçbirimiz karanlıkta el yordamıyla gezinmek istemeyiz. Bu sadece tatsız bir şey değildir aynı zamanda içerisinde ciddi tehlikeler de barındırır. İlk engele takılıp yüz üstü düşme ve kafamızı kırma ihtimalimiz de çok yüksektir.
Ne dediğinin bilincinde olan insan makbul insandır. Hepimiz, insanlara güven duyarız. Neden bahsettiğini bilen insan bize zihinsel olarak katkı yapan insandır. Anlaşılırdır ve şeylerin algısını bizim için de daha kolay hale getirmiştir. Bu durum doğrudan bir bilgi aktarımı şeklinde gerçekleşebileceği gibi, kendi içinde aydınlatıcı bir eleştirel tutum da taşıyabilir.
Eleştiri her durumda şeytani bir fitne sebebi değildir. Haklı ve doğru eleştiri insanı geliştirmekle kalmaz, dert edindiğimiz sorunların çözümünü bile daha çabuk, daha sağlam ve pratik hale getirebilir. Aslında bir bakıma eleştiri, kıvrak bir aklın bize bilaücret yaptığı katkıdır. Anlamakta zorluk çektiğimiz bir şeyin, üstesinden gelemediğimiz bir şeyin başka bir perspektif içinde avucumuza konulmasıdır.
Nasrettin Hoca’nın şu fıkrasında öne çıkan tutarlı bir mantığa sırtını dayayan eleştiri, zihnimize büyük bir huzur ve güven sağlar. Denildiğine göre bir yaz Hoca sıcaklardan bunalmış bir halde "bu ne sıcak yahu" demiş. "Pişiyoruz, bu böyle devam ederse, yakında hepimiz kuzu çevirmeye dönüşürüz." Yaz bitmiş, arkasından çetin bir kış başlamış. Hoca bu kez de soğuktan yakınmış "Donuyoruz ey ahali" demiş. Köylülerden biri artık kendini tutamamış; "Hoca, Hoca" demiş, "Yaz gelince sıcaktan yakınıyorsun, Kış gelince de soğuktan bu ne iş, bu ne tutarsızlık." Hoca bir an durmuş, kafasını kaldırarak köylüye bakmış: "Bahara bir şey mi dedik dostlar"...
Bu fıkradan çıkaracağımız ahlaki sonuç, "bahar" ifadesinin tutarlı bir mantığı temsil ettiğidir. Eleştiri eğer bağrında seçenekler barındırmıyorsa, karşı çıkılan düşünce ya da eylemin alternatiflerini taşımıyorsa o ifadeler eleştiri olma özelliği kazanamaz. Eleştiri başka bir işaret levhasını göstermek zorundadır. İzi sürülecek başka bir patikayı ikna edici şekilde göstermek zorundadır.
Hepimiz her şeyin güllük gülistanlık olmasını isteriz, arzularız. Buna şüphe yok. Ama aynı zamanda hepimiz karda kışta yerde bir metre kar varken de yürümeye kendimizi hazırlamalıyız. Bu kışın yakın olduğu anlamını taşımıyor. Sadece böyle olacağını da varsaymamız gerektiğini öğütlüyor.