İnsanlığa karşı suç, kısmen hukuken, daha çok siyaseten netameli bir konu. Zira, suçların neler olduğu belli; sorun, hangi olayların bu suç kapsamında değerlendirileceğinin kesin olmamasında.
Temel kaynaklardan biri olan 1945 tarihli Nuremberg Mahkemesi Şartı’na göre, bir sivil nüfusa karşı işlenmiş insan öldürme, imha, köleleştirme, sürgün ve diğer tüm insanlık dışı fiiller veya siyasal, ırksal veya dinsel sebeplerle yapılan zulümler, işlendikleri ülkenin iç hukukuna aykırılık oluştursun veya oluşturmasın insanlığa karşı suç olarak nitelendirilir. Öte yandan yine savaş sonrası dönemde, 1946’da kurulmuş İnsanlığa Karşı Suçlar, Uzakdoğu için Askeri Ceza Mahkemesi Şartı’nda dinsel sebeplerle yapılan zulümler, kapsam dışında bırakılmıştı.
Zaman içinde kavram genişledi, insanlığa karşı suçları konu edinen örgütler ortaya çıktı, ama etkileri hep sınırlı kaldı. Üstelik öldürenle ölen arasında kimliksel bir tercih yapıldığı izlenimi veren çok sayıda gelişme yaşandı.
Kapsamlı suç
İnsanlığa karşı suç konusunda uluslararası kuruluşların ne denli “vaka tercihli” davrandıklarını gösteren örneklerden birisi ise, kuşkusuz Myanmar oldu.
Yaklaşık bir yıl kadar önce, Rohingya Kurtuluş Ordusu, Myanmar’ın Arakan eyaletindeki bazı polis noktalarına saldırmış, bunun üzerine ordu çok sert bir karşılık vermişti. On binlerce kişi evlerinde öldürülmüş, bazı köyler toptan yok edilmiş, 1 milyona yakın Arakanlı Müslüman, Bangladeş sınırına yığılmış ve sonunda Türkiye’nin araya girmesiyle Bangladeş sınırda mülteci kampı kurmayı kabul etmişti.
Myanmar hükümeti, katliamı terörle mücadele kapsamına sokmaya çalıştı; ilk saldıranın militanlar olduğunu ileri sürdü. Oysa Af Örgütü’nün raporuna göre, olay bu şekilde değil. Rapor’a göre Myanmar Ordusu, militanların saldırısından çok önce katliam ve sürgün planlamalarını yapmış, askerler köylülere yönelik tecavüz ve işkence yapıp cinayetler işlemiş. Zaman içinde bu faaliyetlerin dozunu bilinçli, koordineli ve planlı bir şekilde artıran ordu, elbet birilerinin isyan edip askere-polise saldıracağını hesaplamış.
Yine Af Örgütü raporuna göre, militanların eylem yapmasını tahrik eden tüm bu girişimler zaten insanlığa karşı suçken, sonradan yapılanlar çok daha büyük bir suç.
Yargı talep zamanı
Raporda konunun insanlığa karşı suç olarak değerlendirilmesini gerekli gören tek husus toplu katliamlar değil; katletmek için bir dini grubun seçilmiş olması da vurgulanıyor. Bu, Myanmar yönetiminin Müslümanlardan kurtulma politikası olarak görülüyor ve kurtulma yöntemi olarak seçilmiş olan öldürme-sürme faaliyetleri yargılanmayı gerektiren insanlık suçu kapsamında görülüyor.
Uluslararası Af Örgütü, Myanmar’ın üst düzey komutanlarının yargılanması gerektiğini savunuyor. İçerik, esasen Bosna’da yaşananlara benzediği için Örgütün talebi son derece yerinde. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi, katliam ve tecavüz eylemlerine bizzat katılmasalar da, eylemlerin sistematik biçimde ve Bosnalı Müslümanları hedef alarak önceden planlanmasından ve uygulanma emri verilmesinden ordunun üst kademelerini sorumlu tuttu. Kurulan mahkeme, içinde Sırp Cumhuriyeti eski devlet başkanı da olan bir kaç önemli isme mahkumiyet kararı verdi.
Bu süreçte Sırbistan’ın AB üyeliği vaadi büyük rol oynadı; ne yazık ki Myanmar’a bu türden bir vaat sunulamaz. Arakan’ı harekete geçmeye değer bulan ülke sayısı da, örgüt sayısı da çok az. Ama hazır Af Örgütü rapor yayınlamış, BBC de bunu baş haber yapmışken neden girişimler başlatılmasın ki?