Suriye’de giderek hızlanan, diplomatik ve siyasi olarak hararet kazanan bir süreç yaşanıyor. Güvenli bölge tartışması, Münbiç’in kontrolü meselesi, PYD-YPG başta olmak üzere terörist unsurların etkisizleştirilmesi veya devre dışı bırakılması konusu, ABD’nin çekilme kararının nasıl gerçekleşeceği hususu…
Tüm bu konularda ABD’nin tavrı kadar Rusya’nın tavrı da önemlidir.
Bu yüzden Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın Rusya ziyareti hayati derecede önemli olacaktır. Sadece genel Suriye denkleminin nereye evrileceği konusunda değil, Suriye’nin kuzeyinde yaşanan gelişmelerin nasıl şekilleneceği konusunda da bu görüşme yakın geleceğe ışık tutacaktır.
Rus Dışişleri Bakanı’nın Türkiye ile terör tehdidinin ortadan kaldırılmasına yönelik görüş birliği yaptıklarına yönelik vurgusu olumlu görülebilir. Ama bu terör tehdidi DEAŞ’ı aşıp acaba ne kadar PYD’yi de kapsıyor veya kapsayacak?
Suriye alanının ABD ile Rusya-İran arasında yaşanan bir nüfuz mücadelesinin parçası olduğu da unutulmamalı. ABD, bölgede Rusya’yı dengeleme gibi bir hedefi kolay kolay bırakmayacaktır. Bu dengelemenin Suriye ayağında kiminle birlikte hareket etmek isteyeceği, Rusya’nın da tavrını ve oyun planını etkileyecektir.
ABD’nin çekilme kararı sonrası ‘bizi yine kandırdı’ psikolojisine savrulan PYD’nin hemen Rusya’ya göz kırpması, Rusya’nın da gelişmeleri anlamaya çalışarak pozisyon üretmek istemesi, böyle bir yeniden konumlanma durumuna işaret ediyor.
Putin’in Türkiye ile ilişkilere büyük önem verdiğini ve Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın samimiyetle ortaya koyduğu güvenlik kaygılarını anladığını görüyoruz. İki liderin geliştirdiği diyalog zemini (nitekim geçen sene 26 görüşme gerçekleşmiş) Türk-Rus ilişkilerinin seyri açısından büyük bir şanstır.
Türkiye açısından şu an iki önemli konu bulunuyor. Birincisi Münbiç’i kimin kontrol edeceği; ikincisi, güvenli bölgenin nasıl oluşturulacağı ve kim tarafından kontrol edileceği… Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen terör koridorunu devre dışı bırakmak için daha fazla hamle yapan Türkiye, PYD’ye karşı her açıdan taarruz pozisyonunu tahkim ediyor.
Bu noktada hayati konulardan biri olan ‘güvenli bölge’ meselesinde ABD’nin yaklaşımı merak konusu.
ABD’nin Suriye planı bugüne kadar belirginlik kazanamadığı gibi, çekilme planı da, güvenli bölgeye yönelik düşüncesi de belirgin değil. Suriye senaryosunu PYD üzerinden kuran ABD çekilme senaryosunu kiminle işbirliği halinde gerçekleştirecek ve güvenli bölgenin kontrolünde Türkiye’nin tezlerine ne kadar sahip çıkacak?
Öncelikle şu husus önem taşıyor: Güvenli bölge deyince kim neyi anlıyor, kimi tehdit olarak görüyor, nasıl bir siyasi projenin parçası olarak bu düşünceyi savunuyor?
Başından bu yana Türkiye’nin güvenli bölge/uçuşa yasak bölge gibi talepleri Suriyeli sivilleri korumaya, yeni göç dalgalarını engellemeye ve terörist tehditleri bertaraf etmeye yönelikti. Türkiye’nin bugünkü talebinde de sivillerin himaye edilmesi kadar, bölgenin teröristlerden arındırılması ve Türkiye’ye yönelik terör tehdidinin ortadan kaldırılması da önemli taşıyor.
Güvenli bölge ihtiyacının sadece sınır güvenliği bağlamında ele alınmadığı, daha geniş kapsamlı bir ihtiyacın neticesi olduğu söylenebilir.
Ters göç için yani Suriyelilerin topraklarına geri dönmesi için, güvenli bölge teşvik edici bir faktör olacaktır.
Suriye’nin hem siyasi olarak hem de fiziksel (şehircilik) açıdan yeniden inşası için de güvenli bölgenin bir katkısından bahsedilebilir.
Suriye’den Türkiye’ye yönelebilecek tehditler açısından en hayati olanları DEAŞ ve PYD’dir. Terör örgütleri kadar, Suriye’deki genel istikrarsızlık da Türkiye için bir risktir. Suriye’nin normalleşmesi bölgenin istikrar kazanmasının gereklerinden biridir.
Çekilme ve güvenli bölge konularında ABD’nin Türkiye ile sıkı işbirliği yapması ne kadar önemliyse, Rusya’nın bu gelişmelere yaklaşımı ve ortak terör algısıyla hareket etmesi de o kadar önemlidir.