Zafer Çağlayan hakkında ABD’de verilen tutuklama kararı Türkiye’ye açıkça meydan okumaktır.. Ve bu kararla artık ABD, açıkça Türkiye ile savaşta olduğunu ilan etmiş oluyor.. İsterseniz buna ‘soğuk’ deyin, isterseniz ‘ılık’… Ama git gide ve de süratle ısındığını görmemiz gerekiyor… Elinde 250 şehidimizin kanı olan Fethullah Gülen için kılını kımıldatmayan ABD’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bakanı hakkında tutuklama kararı çıkarmasının okuması ancak budur.. Bu, Türkiye’de 15 Temmuz ihaneti başta olmak üzere esasında 17/25 Aralık yargısal darbe girişimlerinin doğrudan ABD kontrolünde yapıldığının da bir ikrarı demektir.. Türkiye, İran’a yaptırımlar konusunda neden ABD’nin almış olduğu kararları uygulasın ve buna uymadığı taktirde suç işlemiş olsun ki?.. Bunun tutarlı bir yanı olmadığının herkes farkında.. Bakın İran’a yaptırımlar konusunda üç karar vardı o yıllarda.. Bugün artık o şartlar da zaten değişti ve bugün ‘suç’ olarak gördükleri şeyler ‘suç’ olmaktan çıktı ya, yine de hatırlatalım.. O tarihlerde; ABD, AB ve BM kararları vardır İran’la ilgili olarak.. AB’nin aldığı kararlara uyma yükümlülüğümüz yok zira biz sadece müzakere eden ülke konumundayız.. ABD konusuna gelince, o gündem bile değil.. Onlar ne kadar ülkeyse biz de o kadar ülkeyiz.. Tarafı olduğumuz BM’nin aldığı kararları ise hiçbir vakitte delmemişiz. Dolayısıyla ABD’de açılan bu dava, başından itibaren yok hükmündedir.. Fakat orada bizim en büyük kamu bankamızın genel müdür yardımcısı rehin tutuluyor.. Çok önemli bir işadamımız tutuklu.. Şimdi ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir bakanını istiyorlar.. Oysa biz 15 Temmuz ihanetine doğrudan dolaylı karışmış bir tek Amerikan askeri personeli hakkında tahkikat bile yapmamışız.. Çoktan İncirlik’teki Amerikan askerleri hakkında harekete geçmiş olmamız gerekiyordu.. Bu skandala nasıl yanıt verileceğini ise önümüzdeki günlerde göreceğiz… Bu arada ABD’nin boş duracağını zannedenler yanılırlar.. Özellikle yakın zamanda yeniden Türkiye’yi terör örgütlerine yardım eden ülke gibi gösterecek bir takım gelişmelerle karşılaşacağız.. Hazır olmakta yarar var..
Ambargoyu deldiler köşeyi döndüler
Bakın 17 Aralık sürecinde Halkbank üzerinden Türkiye Amerikan merkezli bir operasyonla köşeye sıkıştırılmak istenirken Almanya ve Fransa ne yapıyordu, gelin ona bakalım.. Sözüm ona ‘yasaklı’ ülkenin dev alt yapı projeleri, bu iki Avrupa ülkesi tarafından yapıldı.. Tahran ve Tebriz'deki 1 milyar Euro'dan fazla metro projelerini Alman firmaları bitirdi.. Hazar Gölü'ne kadar gidecek hızlı tren projeleri dahil devasa yatırımların altında da yine bu ülkeler vardı.. Ayrıca ambargonun en sert günlerinde yapılan petrol ihracat verilerine bakalım.. Almanya Dış Ticaret Kurumu, 2010 yılının ilk 11 ayında İran'ın Almanya'ya petrol ihracatının %89 arttığını açıkladı.. Bu rapora göre, İran, Almanya'ya petrol ihraç eden ülkeler arasında 10. sırada yer alıyordu.. Peki Alman Şansölye Angela Merkel’in, “Theodor Heuss” adlı Airbus A310 uçağı nerede? Bildiniz.. 3 milyon 135 bin Euro karşılığında sözümona o yıllarda ABD'nin kara listesinde bulunan ‘Mahan Air’ adlı İran havayolu şirketine satıldı.. İran’a uygulanan ambargonun ana nedenlerinden biri olan nükleer enerji üretiminin parçaları nereden geldi dersiniz?.. O da Almanya’dan.. Söz konusu parçalar, milyonlarca dolarlık bir ticaret hacmi oluşturdu.. Peki ya Amerikan firmaları.. Bunga ve Cargill?.. Her iki şirket de gıda alanında faaliyet gösteriyor.. Nişasta, hububat ve yağlı tohum ticareti yapıyorlar.. Her ikisi de Amerikan şirketi. Ambargoyu koyan Amerika’nın kendi şirketleri fakat İran pazarından pay alabilmek için arkadan dolanarak ticaret yaptılar İran’la senelerce.. İran ambargosunu en fazla delen ABD firmaları Bunga ve Cargill, soruşturmaya konu dahi edilmedi… Derdin ne olduğunu anlatması bakımından özellikle verdim bu bir kaç örneği..