Çok da uzun olmayan yıllar öncesine kadar Türkiye-ABD ilişkilerinden söz edilirken ‘müttefik’ denilmesi yeterli olurdu.
Müttefiklik de ‘Kore savaşı’na dayandırılır ve orada bırakılırdı.
Kıbrıs, Ege gibi konular ‘ittifak’ bağlamında pek gündeme getirilmezdi.
Gelirse müttefiklik sorgulanırdı çünkü.
O yüzden ancak Türk ve Yunan siyasetçiler sirtaki oynadığında, sanatçılar düet yaptığında ‘pozitif gündem’ olarak yer alırdı medyada.
‘Sorun’ olduğu yerde dururdu...
Üniversite duvarında okumuştum, anonim mi, sahibi belli bir aforizma mı hatırlamıyorum: ‘Tecrübe yenilen kazıkların bileşkesidir!’
Türkiye yakın zamana kadar yediği kazıklardan hasıl olan tecrübeyi hiç gündemine almadı.
Yenilmemiş saydı!
***
Yakın yıllarda ‘ittifak’ sihirli sözcüğünün ‘asıl sorunları’ perde arkasında bırakma gücü azalmaya başladı.
Sorunları sihirli sözcüklerle perdeleme stratejisi değişmedi ama.
Önüne ‘stratejik’ eklendi...
Ama sahada durum değişmedi.
Ve ‘stratejik müttefik’ sözü de sihrini çabuk kaybetti.
Masaya yenisi sürüldü, ‘model ortaklık’...
Onun da sahada karşılığı olmadığı çabuk anlaşıldı.
Aslında hep anlaşılıyordu, ‘-mamış gibi’ yapıldığı için uzun süre dayanıyordu sihirli sözcükler.
Artık dayanmıyor.
Çünkü ABD-Türkiye ilişkileri lafla taşınamayacak kadar önemli.
Sahada karşılığı olmalı.
***
Hatırlayacaksınız, Türkiye’den ABD’ye yapılan resmi ziyaretlerde ilişkilerin düzeyi “Başkan’la görüşme süresi” ile ölçülürdü.
Dahası, Başkan’ın Türk Cumhurbaşkanı’na, Başbakanı’na ‘ayırdığı süre’ ile...
Sihirli sözcüklere bu ‘süre’ eşlik ederdi.
Gazetelerde, “Yarım saat planlanan görüşme 45 dakika sürdü” diye büyük puntolu başlıklar atılırdı.
Bu başlıkların gölgesinde kalırdı ‘sahadaki’ gerçek durum...
Artık bu sürelerin de bir önemi kalmadı.
İlişkilerin durumu böyle ölçülmüyor.
Müttefikliğin sahaya nasıl yansıdığı, kime ne kazandırdığı, hangi sorunu nasıl çözdüğü gibi ölçütler var.
Ve bu ölçütleri Türkiye koydu.
Ne kadar etkili olduğu ayrı; ama arkasındaki iradenin ‘etkili olana kadar’ devam edeceği açık.
ABD, PKK’yı terör örgütü olarak tanımasına rağmen, PKK’ya bağlı PYD ve silahlı yapısı YPG’yi ayrı tutuyor hala.
Ancak Türkiye bastırdıkça YPG’nin yanına bazı Arap aşiretlerden birkaç militan ekletti ve adına ‘SDG’ (Suriye Demokratik Güçleri) dedi.
Bu kamuflaj, eskiden olsa Ankara’da hemen “ABD müttefikliğin gereğini yaptı, YPG ile ilişkiyi kesti” diye satılırdı.
Ama artık öyle değil.
Türkiye, adının değişmesiyle terör örgütünün ortadan kalkmadığını ısrarla vurguluyor.
Beyaz Saray Sözcüsü, ilgili sorulara ezber cevaplar vermeye çalışıyor, tatmin etmiyor.
Çünkü SDG diye bir şey yok, YPG var; yani KCK, PKK, PYD...
Aynı şekilde, “Türkiye Başika’daki askeri varlığı konusunu Irak’la görüşsün”ün de bir anlamı yok; Bağdat’ta Irak mı var, ABD mi var?..
Washington, kendi halkına ve uluslararası kamuoyuna ‘terör örgütüyle çalışmıyorum’ demek için kılıflar üretebilir, buna zorunludur da.
Ama PKK, mezhep savaşı ve zorunlu göç stratejisi o kılıfa, o çuvala sığmıyor.
Önceki gece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Obama’ya anlattıkları, Türkiye’nin sihirli sözcüklerle, kılıflarla yetinmeyeceğini açıkça ortaya koyuyor.
Öte yandan, Türkiye’nin ısrarla ‘müttefiklik’ ve ‘ABD karşıtlığının yükselmesi endişesi’ vurgusu yapması, ilişkilere verdiği önemi de gösteriyor.
Ve bu yaklaşımına karşılık bekliyor.
Sahada ABD’nin de arzu ettiği “DEAŞ’ın temizlenmesi” hedefine ‘terör örgütleriyle işbirliği yapılmadan da’ ulaşılabilmesi için gereken katkıyı vereceğini söyleyerek...
Başarıyla yürüyen Fırat Kalkanı operasyonunu hatırlatarak...
Saha testinden geçtiğinde, ittifak daha gerçek olacak...