Yeni yönetim sistemi, Türkiye halkının Kurtuluş Savaşı’nda elde ettiği zaferin, çok gecikmiş bir tapulama işlemidir.
Halk bu finale kolay gelmemiştir.
Kurtuluş döneminin bütün yükünü taşıyan Türkiye mozaiği, “kuruluş” sürecinde, dini ve etnik blokajlara maruz kalmış, dışlanmıştır.
Devşirilen zeki çocuklar köy enstitülerinde, milletten kopuk bir nesil olarak yetiştirilmiş ve “milleti hizaya getirmek için” bürokrasiye yerleştirilmişlerdir.
27 yıl boyunca, yabancı bir ülkede, en temel hak olan inanç özgürlüğünden bile mahrum kalan bir mülteci muamelesi gören bu gazi millet, çok partili seçime izin verilen 1950’de oyları ile “Beyaz İhtilal” yapmış ve bu zalimlerin pabucunu dama atmıştır.
Ne var ki, milletin bu demokrasi balayı kısa sürmüş, zalim zihniyet, on yıl önce sandıkta kaybettiği iktidarı 1960’ta silahla geri almıştır.
Ama bu asil millet yine “Darbeye karşı inadına demokrasi” demiş ve sadece beş yıl sonra DP’nin devamı olan AP’yi iktidara getirmiştir.
Darbecilere sağlı-sollu kroşeler...
Millet, darbeciler karşısında siyaset üstü bir duruş sergiliyordu. 60 darbesine “sağ iktidar” diye nitelendirilebilecek bir kadroyu kalkan yapan halk, 1972 muhtırasına ise Bülent Ecevit’in şahsında ve demokratik sol platformunda bir blok oluşturmuştu.
CHP, 1973’te yüzde 33, 1977’de ise yüzde 41 oy ve 213 milletvekili çıkardı.
12 Eylül 1980’deki zalim darbeyi ise halkımız, sadece üç yıl sonra yine tek silah patlatmadan; oylarıyla tepetaklak etmiş, büyük reformcu Turgut Özal’a “Buyur, meydan senin” demiştir.
Firavun’un, “Musa kabusu” gibi...
Sonrası çok daha ilginçtir…
1997’de, “Etkisi bin yıl devam edecek” dedikleri ve post modern darbeye kalkışan darbeciler, halktan; “bin yıl unutamayacakları” bir ders aldılar.
Hem de Hazreti Musa’dan kurtulmak için yeni doğan bütün erkek çocukları Nil Nehri'ne attıran Firavun’u hatırlatırcasına, zorlama gerekçelerle hapse attıkları, “Muhtar bile olamaz” hale getirdikleri (!) Tayyip Erdoğan’ın liderliğiyle…
Bu dönemde de iktidardaki partiyi gazete kupürlerine istinaden kapatmaya varan vesayet cinnetlerine rağmen bu kadro çok önemli reformlar gerçekleştirdi. Alevi. “Aleviyim” diyebildi, sadece Kürtçe konuştuğu için kimseye “Vay şerefsiz” denemedi.
İsteyen istediği gibi inandı, inandığı gibi yaşadı.
Ancak, millet düşmanları bu gidişattan çok tedirgindi.
Bu millileşme rüzgarından rahatsız olan yerli ve yabancı hainler ittifakı, 15 Temmuz’da tam bir işgal girişimi başlattılar.
Çanakkale’de hezimete uğrayan yedi düvel, içerideki satılmışların öncülüğünde bir asır önceki hezimetlerinin rövanşını almaya kalkıştılar.
Bu asil millet ise bu seferki kalkışmanın birkaç yıl sonra sandıkta halledilecek türden olmadığını çabuk kavramış ve hem Çanakkale kalıntılarına hem de içerdeki vesayet ve vekalet uşaklarına, unutamayacakları bir ders vermişlerdir.
Hem de böyle bir gözü dönmüş hain sürüsünün kendisine çevirdiği ölüm kusan namlulara sadece demokrasi duvarı olmuş, bir tek sivil silahla mukabele etmemiştir.
Darbecilere demokrasi darbesi...
Bu demokratik devrim, her darbeye sandıkta verilen reddiyelerle uslanmayan vesayetçilere, “Artık yeter… Söz de yetki de kesinlikle benim” cevabıdır.
Bu anayasa değişikliği, yönetim sistemimizdeki çift başlılığın telafisine ilaveten, 15 Temmuz’daki “halk darbesi”nin kaçınılmaz sonucudur.
TV ekranlarında utanmadan “Durup dururken anayasa değişmez” demeye cüret eden sivil cuntacıların kulakları çınlasın.
Bu cunta endeksli hukukçular, yeni anayasa için illa da bir “darbe” istiyorsa, işte bal gibi halk darbesi…
Netice itibariyle, her darbeye, sandıkta darbe vuran Türk milleti, artık defalarca kazandığı bu demokrasi zaferlerinin tescillenmesini istemektedir.
Bu referandum ile halk, defalarca inşa ettiği demokrasinin tapusunu üzerine alacaktır.