Ebül Gazi Bahadır Han'ın yıllarca çalışarak hazırladığı "Türk Şeceresi" adlı eseriyle İlhanlılar döneminde ilk kez tümüyle ortaya çıkaran Reşüddin'in metnini birleştirdiğinizde Türk'ün yayılış ve yükselişini efsaneleştiren Oğuz Destanı tümüyle ortaya çıkar:
"Oğuz doğduğu zaman yüzü aydan parlak, güneşten nurluydu.. Karahan bir yaşına basan oğlu Oğuz'u kucaklayarak Aksakallıların önüne koydu: 'Oğlumuz yaşına girdi. Töremiz gereği ona bir ad koyunuz." Boy beyleri daha ağızlarını açmadan bir yaşındaki çocuk dile geldi: "Benim adım Oğuz" dedi. Boy Beyleri şaşırıp kaldı. İçlerinden en yaşlı olanı konuştu: "Bu çocuk kendi adını kendi söyledi. Bize düşen onun isteğini yerine getirmektir. Adın Oğuz, yaşamın yavuz, güneşle ay kılavuzun ola..."
Oğuz'un büyümesi ve milletini aydınlığa çıkarması baştan sona renkli, eylemlerle dolu, yiğitlik ve sevgi yüklü olaylarla doludur. Oğuz'un köylere musallat olan bir canavarı öldürmesi, leşi yemeye gelen akbabaları kovalarken, "bu kötünün leşini yiyenden hayır gelmez!" diye haykırması bir bir, ayrıntılarıyla anlatılır. Oğuz bu başarısı için Tanrıya dualar etti. Gün aydınlanmıştı ki birden kapkara oldu gökyüzü. Sonra masmavi bir ışık aydınlattı ortalığı. Bu mavi ışığın ortasındaysa genç bir kız oturuyordu. O kadar güzeldi ki gülünce mavi gökyüzü de gülüyor, ağlayınca gök de ağlıyordu. Oğuz'un yüreğine sevda ışığı yürüdü. Onu aldı, pek sevdi. Bu güzel kızdan üç oğlu oldu; adlarını Gün, Deniz ve Yıldız koydu.
Derken Oğuz avda bir göl gördü, göle uzanan salkım söğütün dallarında dünya güzel bir kız vardı. "Ben sana vurgunum, bir yıldır yolunu gözlüyorum." Oğuz onu aldı, aradan yıllar geçti. Bu hatundan da üç oğlu oldu; Adlarını Gök, Dağ ve Deniz koydular...
(Yarın: Töre konuştu mu Han susar)