Birçok kişi, Trump’ın nasıl bir dış politika uygulayacağı yönünde sorular soruyor. Bu soru, Clinton başkan seçilseydi dış politikasını nasıl oluşturacağının bilindiği varsayımıyla soruluyor. Oysa her ikisi için de kestirimde bulunmak zor. Zira başlangıçta saptanan politikaların devamını getirebilmek sadece ABD’nin elinde olan bir konu değil. Dünyada başka devletler de var, beklenmeyen gelişmeler olabilir ya da başarısız işler yapılabilir. Dolayısıyla adı belli olan bir politikada bile değişikliğe gitmek mümkün olur.
Söz konusu Trump olduğunda, ABD dış politikasına dair öngörüsüzlük biraz daha öne çıkıyor. Zira seçim yarışında ifade ettiklerini yan yana getirdiğimizde, tutarlı bir dış politikanın karineleri elde edilemiyor. Henüz dış politika ekibi de bilinemediğinden rotayı anlamak kolay değil. Ancak bundan önemlisi, Trump’ın isteyeceği dış politikayı, ABD’nin uygulamaya ne kadar hevesli davranacağı. ABD, Trump’tan teşekkül bir devlet olmadığına göre, muhtemelen başkanın önerilerini yontabilecek epeyce güç devreye girecektir.
AB endişe duyabilir
Bununla birlikte, bundan böyle ABD dış politikasında çok daha “düz”, zaman zaman kabalaşabilen bir tarz görülecek. Üstelik içimize doğduğu gibi olursa, çok sayıda açıklamayı bizzat başkan yapacak. Bu haliyle de çok sayıda Amerikalının ve hatta başka ülkelerin milliyetçi muhafazakar yurttaşlarının hislerine tercüman olacak.
Hislerine tercüman olacağı insanların gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerin yurttaşları olmayacağı da öngörülebilir. Zira Trump, bu kategorideki ülkelere, ekostratejik haritalarda kapladığı yer kadar değer verdiğini hissettirip, buralardaki halkların gönlünü kazanmaya uğraşmayacak. Trump’ın muhatabı, dünya ekonomisine yön veren oyuncular ve o ülkelerdeki milliyetçiler olacak.
Trump’ın hayata bakışından hareketle denebilir ki, en gelişmiş ülkeler dünyada gerçekleştirdikleri ticaret ve yatırım tercihleri ABD’ye fayda sağlamadığı için sert eleştirilere, hatta yaptırımlara maruz kalacaklar. Ayrıca söz konusu ülkeler, hem küresel tehditlerin büyümesine katkı sağlayıp hem de buna karşı alınan önlemlerde maliyeti paylaşmaktan imtina etmeleri nedeniyle de Trump’ın hedefine girecek. Kısacası yeni ABD, Avrupa ile epeyce ciddi bir mücadele sürdürecek.
Türkiye rahatlayabilir
Anlaşıldığı kadarıyla Trump, ABD’nin klasik ittifak zincirini yeniden sağlamlaştırmaya yönelecek. AB’den ayrılacak İngiltere’yi yanına alarak Türkiye, İsrail ve bir süre sonra da Suudi Arabistan hattına yönelecek. Eskiden farklı olarak, bu hattı Rusya’ya rağmen değil, Rusya ile birlikte devrede tutacak. Böylece Çin’le mücadele etmek olanaklı hale gelecek. Tabi bu arada Avrupa’nın da “ehlileştirilesi” açısından söz konusu zincir bir manivela olarak kullanılabilecek.
Bu çerçevede Trump ABD’sinin etniler, dinler ya da mezhepler üzerinden politika uygulayan devletlere cephe alacağı, bu politikasını da öncelikle İran üzerinde göstereceği öngörülebilir. Ayrıca, yine meselelere bakış açısından hareketle denebilir ki, ABD vekalet savaşlarını bitirmeye çalışacak. Bu durumda, örneğin Suriye’de PYD’nin DEAŞ’la mücadelenin baş oyuncusu olmasını tercih etmeyecek, onun yerine PYD’nin Türkiye ile Türkiye’nin en azından daha bir süre Şam rejimiyle, Şam yönetiminin ABD ile, ABD’nin de bu konularda Rusya ile uzlaşmasını zorlayacak. Dolayısıyla Trump, bölgedeki halkları değil, devletleri muhatap alacak.
Tahminler tutarsa, tüm bunların Türkiye açısından olumlu sonuçlar doğuracağını öngörmek mümkün.