Devletler arası ilişkilerde devletin en tepesindeki kişi ile varılan mutabakat normal şartlarda nihaidir. Elbette bir takım pürüzler çıkabilir, yeni koşullar revizyona yol açabilir ama bir devlet başkanın ağzından çıkan laf ciddiye alınır. Çünkü olduğu makam devleti ve milleti temsil makamıdır. Güvenirlik saygınlık için gerek şarttır. Tahmin edeceğiniz gibi "Trump'ın sözüne güvenebilir miyiz" demeye çalışıyorum.
Biraz başa gidelim; ABD başkanlık seçimlerinde Trump ve Hillary yarıştı malum. Türkiye, Obama'nın özellikle ikinci döneminde FETÖ ve PKK konusundaki yaklaşımından ötürü son derece muzdarip olduğu için Hillary'nin de FETÖ ile yakın ilişkisi bilindiğinden ve Suriye konusunda Obama'nın politikalarından farklı bir tutum takınmayacağı görüldüğünden Trump'a bir süre iyimser yaklaşmayı tercih etti. İslam karşıtı söylemleri bir yana içi dilinde bir siyasetçi olarak, yüzümüze gülüp arkamızdan etmediğini bırakmayan "demokratlara" tercih edilebilirdi pekala.
Göreve geldiğinden bu yana da ABD ile yaşadığımız çok ciddi gerilimlere rağmen doğrudan Türkiye'yi hedef alan çok vahim açıklamaları olmadı. Ama Ortadoğu'da devreye soktuğu yeni politika yine herkesten çok Türkiye'yi rahatsız etti. Özellikle Telaviv'deki büyükelçiliğini Kudüs'e taşıması ve Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdığını açıklamasıyla birlikte BM nezdinde Türkiye, ABD ve İsrail karşısında çok ciddi bir diplomatik çaba ve başarı gösterdi. Ayrıca İran'ı çevreleme politikası da Türkiye'nin bölgesel barış çabalarını sekteye uğratacak şekilde olumsuz etkilerini sürdürüyor. Suriye'nin kuzeyiyle ilgili sorunumuz ise zaten başlı başına Türk-ABD ilişkilerinin bugün geldiği noktanın temel sebeplerinden biri olarak duruyor. Trump ağzıyla “DEAŞ'ı bitirdik artık Suriye'de kalmamız için bir gerekçe yoktur, çekiliyor." demesine rağmen her şey olduğu gibi duruyor. Hal böyle olunca Trump'ın G20'de, Rusya'dan yüksek irtifalı hava savunma sistemi S-400 alması konusunda Türkiye'nin haklılığını teyid için sarfettiği sözleri ABD'nin son kararı olarak göremiyoruz. Trump ve ABD arasında ihtiyatlı iyimser bir pozisyon almak durumunda kalıyoruz.
***
Türkiye'nin haklılığının ABD Başkanı tarafından tüm dünyanın dikkatle izlediği bir zirvede dile getirilmesi elbette önemlidir. Zira bu, Türkiye'nin izlediği ısrarcı dış politikanın, garantici siyaset yapmaya alışkın tipler farklı düşünse de, son derece rasyonel olduğunu da gösteriyor. Türkiye’nin hava savunma sistemi almak için ilk çaldığı kapı ABD'ydi. Obama yönetimi Kongre’yi bahane ederek Türkiye'ye Partiot satmayı reddetti. Şunu da hatırlayalım, hava savunma sistemine en çok ihtiyaç duymaya başlayacağı bir dönemde Almanya güney sınırımızdaki Partiot’larını çekti. Trump'ın Türkiye'nin haklılığını anlatırken zemmederek selefi Obama'yı örnek göstermesini, Beyaz Saray ve Kongre'deki -kendi partisi dahil- Türkiye karşıtlarına rağmen yaptırımları gündeme almayacağına yorabiliriz. Üstelik Trump, ABD'deki kimi yetkililerden F-35 teslimlerinin durdurulacağı, pilotlara bundan sonra eğitim verilmeyeceği ve F16'larla ilgili satış yapılmayacağına dair peş peşe gelen açıklamalar olduğu halde "Türkiye’nin parasını ödediği F35'lere sahip olmamasının adaletle bağdaşmayan bir tutum olduğunu" söyledi. Adaleti geçtik, hukuken kabul edilebilir değil zaten. Ayrıca F-35 anlaşması S-400'den çok daha önce yapılmış bir anlaşmaydı.
Ezcümle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sıklıkla dile getirdiği gibi S-400 meselesi kapanmış bir konudur. "O iş bitti" yani. Nasıl bitti? Türkiye'nin haklı olduğu noktadaki ısrarcılığıyla bitti. Haklılık iyi kullanıldığında oldukça güçlü bir diplomatik enstrümandır. Türkiye zor günleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın haklılığını her platformda çekinmeden dile getirmesi ve bu sayede milletini arkasına almasıyla atlattı. Şimdi siyaset sahnesindeki kıpraşmalara bakınca zor günlerde susup kalmışların selamete çıkarılmış Türkiye'nin iyi günlerine talip olduklarını görüyorum.