BM Genel Kurul’unda Trump’ın yaptığı konuşmada dikkat çekici bir dizi vurgu bulunuyordu. Konuşmanın ana çerçevesi, devlet-güç-güvenlik-ulusal çıkar-refah kavramlarıyla örülmüştü. Bu çerçeve, dünyayı hak, hukuk, insan, demokrasi, mağdur halklar gibi kavramlar üzerinden görmeme anlamına gelir; tam da bu nedenle Arakanlı Müslümanlar konusuna da hiç değinme gereği görmedi.
Trump’a göre ABD’nin düşmanları, dünyanın da düşmanları. Buna göre düşmanlar öncelikle bazı devletler. Terörün önemli bir tehdit olduğuna dikkat çekmiş olmakla birlikte, bu konuyu da daha çok teröristleri kullanan, onlara yardım eden ve yönlendiren devletler üzerinden tanımladı. Dolayısıyla tehditlerin nesnesi nükleer silahlar ya da terör olsa bile öznesi olarak devletler öne çıktı.
ABD başkanı, açık düşman olarak İran ve Kuzey Kore’ye işaret etti. Ancak konuşmanın bütününe bakıldığında, bu iki ülkeye omuz veren devletlerin de ABD açısından “yarı-düşman” ilan edildiği söylenebilir. Düşman kategorisine alenen sokulmamış ancak uyarılmış devletlerin başında Rusya geldi, bu ülke “dünyanın çeşitli yerlerini işgal eden devlet” olarak tanımlandı.
'BM yapmazsa, ben yaparım'
Tehditler arasına Venezuela’yı da katan Trump’a göre, tüm adı geçen ülkelerin temel sorunu, rejimlerinden kaynaklanıyor. Sosyalist, askeri ve dini otoriter rejimler, sadece kendi halklarını esir almıyor, tüm dünyaya tehdit oluşturuyor; dolayısıyla değiştirilmesi gerekiyor.
ABD’nin herhangi bir yeri işgal etme, yerleşme gibi bir derdi olmadığını, ABD’yi güçlendirmenin dışında bir beklenti bulunmadığını ifade eden Başkan, Rusya’nın yayılmacı bir politika izlediğini ima ederek buna izin verilmemesini de önerdi.
Çin, Rusya ya da AB üyeleri gibi büyük oyuncular konusunda ABD’nin ne türden politikalar uygulayacağı konusunda renk vermeyen Trump, daha çok Ortadoğu bölgesindeki müttefiklerine değindi.
Hangi konulara ve devletlere müdahale edilmesi konusunda yol haritası çizen Trump “Bu müdahaleler BM eliyle yapılırsa iyi olur; ne de olsa dünya kadar para veriyoruz” dedi. Ama BM etkisiz kalmayı sürdürürse, ABD’nin kendi başına da politikalarını uygulayabileceğini vurguladı. Dolayısıyla BM’de reforma işaret etti; ancak reform olmazsa da ABD’nin fazla bir kaybı olmayacağını, hatta para vermekten vazgeçip kara geçebileceğini ve kendi işini kendisinin göreceğini söyledi.
Türkiye açısından ipuçları
Anlaşıldığı kadarıyla Trump, AB’yi fazla ciddiye almıyor; bu Türkiye açısından rahatlatıcı. Rusya ile alenen, en azından şimdilik bir gerilim yaşamak istemiyor; bu da Türkiye açısından zaman kazandırıcı. Ortadoğu’da henüz yeni devletçikler ortaya çıkarılmasına karşı; bu konuda Türkiye ile aynı çizgide. Her iki ülke de nükleer silahlanma karşıtı, radikal örgütlerle mücadelede de hemfikir. Küresel sorularda maliyete katlananın muteber sayılması gerektiği konusunda, BM’nin etkisizliğinde, mali ve siyasi sorumluluk almadan her olayda dönüp ABD’ye bakanların bir işe yaramadıkları konusunda da iki ülke benzer eğilimde.
Bununla birlikte, ABD’nin kategorik olarak Hamas ve Müslüman Kardeşler gibi yapılara karşı çıktığını, bu nedenle muhtemelen Filistin’deki “Gazze dönüşümünü” fevkalade desteklediğini ve hem adı geçen yapılarla hem de İran ile yakın duran devletlere mesafe koyacağına şüphe bulunmuyor. Tam da bu nedenle PYD’yi desteklediği anlaşılan ABD’nin bu politikasını değiştirmek için Türkiye’ye baktığını ve bu bağlamda Türkiye’nin Suriye’den çok Mısır, Filistin, Körfez ülkeleri ve İran ile ilişkilerini dikkate aldığını söylemek mümkün.