Cumhurbaşkanı Erdoğan uzlaşılması, barışılması, iletişim kurulması belki de en kolay siyasi lider. Farklı aksettirilmeye çalışılsa da algı, olguyu değiştiremiyor. Nitekim halkla kurduğu iletişimde de, şahıslarla diyalogunda da –duygu ve düşüncelerin olumlu-olumsuz olmasından bağımsız olarak- samimi ve dolayımsız üslubu hemen fark ediliyor. Bu samimiyet ve dolayımsızlık mevkidaşı devlet başkanlarıyla konuşurken de göze çarpıyor, her yaştan vatandaşla ayaküstü muhabbet ederken de.
Üslubu, mizacı, iletişim becerisi siyasi kariyerinin ve karizmasının bir parçası zaten. Ama Gezi ile başlayan sofistike saldırılara karşı milletin ondan beklentisi, bu saldırıların sahipleriyle herhangi biçimde uzlaşmaması, alttan almaması, milletin iradesini zinhar çiğnetmemesiydi. O yüzden “dik dur, eğilme” denildi. Bu, milletin talimatıydı. O da gereğini yaptı.
***
Toplum kesimleri arasındaki ayrışmayı, uzaklığı ya da kopukluktan kaynaklı sorunları gidermek için atılan adımlar AK Parti’nin en belirgin siyasetlerinden. Alevilerin yaşadığı sorunları çözmek, yanlış algıları düzeltmek için önemli bir açılım gerçekleştirildi.
Kürt sorununun aşılması için yapılan demokratik düzenlemeler tarihi öneme sahipti. Dindar-laik ayrışmasını varlığıyla bertaraf ettiği de kolaylıkla söylenebilir AK Parti’nin. Merkez parti olarak AK Parti’nin, toplumun yarısının desteğini almasıyla Erdoğan’ın toplumsal uzlaşma, ortaklaşma manası taşıdığı da açık.
***
Lakin dışarıdan gelen saldırılara layıkıyla cevap verirken, içerdeki muhaliflerine de her zaman bir rezervi oldu. Şahsına ve ailesine en ağır hakaretleri edenlerin hükümete muhtıra vermeye kalktığı Gezi kalkışmasının sözcülerini dahi kabul etti.
Asıl büyük ilk adım 15 Temmuz işgal girişimi sonrasında geldi. Büyük bir iyi niyet gösterdi Erdoğan. O tarihe kadar şahsına karşı her türlü saygısızlığı ve hakareti yapanları bir defaya mahsus olmak üzere affetti. Şikayetten vazgeçtiği dava sayısı 3 binin üzerindeydi.
Belli ki hastalıklı çevrelerin, toplumsal nefret üretenlerin etkisinde kalarak hakaret etmeyi düşünsel faaliyet zanneden ODTÜ’lü gençleri affetti Erdoğan. Üzüntü ve pişmanlık belirtmişlerdi çünkü.
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önce vefat eden annesi dolayısıyla Piyanist Fazıl Say’a taziyelerini iletmesi, sonra Ankara’daki konserine katılarak ayakta alkışlaması suni toplumsal gerilimlerin insani ilişkiler marifetiyle nasıl da tuzla buz olduğunun en somut örneği. İkili arasındaki nezaketli diyalogdan, vücut dilinden ve karşılıklı jestlerden topluma yayılan bir iyimserlik var.
Türkiye’nin ortak bir değeri değil zimmetli malı sanan kıskanç mahallesi sırf bundan dolayı gaddarca bir eleştiriyor Say’ı. İnsanların fikrinin, duygusunun ve tavrının değişebileceği gerçeğini reddetmenin hazin ve hoyrat bir sonucu.
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in açıklaması mesela. Hem sorunlu ve haksız, hem siyasi ve insani donukluk içeriyor. “Fazıl Say çizgisini korumaktadır” diyerek bir tutum almak sanatçıya saygı duymak değil ancak demirbaş listesi eksilmesin derdindeki esnaf tutumudur. Camdan bir fanusa kapattıkları Atatürkçüleri mütemadiyen söğüşleyen Yılmaz Özdil’in Atatürk satarak Atatürk’e güya sahip çıkmasından öte anlam taşımaz.
MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD'li Senatör Graham ile Fazıl Say konseri izlemesinden memnuniyet duydum. Sanatın siyasetteki sertlikleri yumuşatacağı, hoşgörü ve muhabbet bağlarını güçlendireceği kanaatindeyim” dediği yerde hele ki.
Sözel şiddeti, fiziki şiddet gibi görüyor ve affedilir bulmuyorum. Düşünce özgürlüğü diye adlandırılan çoğu şey açıkça suç. Sayın Cumhurbaşkanı’na yöneltilen hakaretlerin de onun şahsına değil ona destek verenleri ve hatta devletin itibarını hedef aldığı da ortada. O yüzden çoğu kere affın değil özrün önce gelmesi gerek diye düşünüyorum. Ve elbette hakareti siyaset sananların da artık düşünce üretimiyle küfür ifrazatı arasındaki farkı bir an önce öğrenmesi gerekiyor.