Terörle mücadele, bir samimiyet meselesi midir, bunun başlı başına bir tartışma konusu olduğuna şüphe bulunmuyor. Zira terörle mücadele konusunda muhataplarını samimiyetine inandıran oyuncuların, gerçekte hiç de bu samimiyete uygun davranmadıkları pek çok durum olabiliyor.
Bununla birlikte, sadece samimiyet testi üzerinden gidildiğinde bile devletlerin birbirlerinden ne beklediklerini kestirmek kolay değil. Katar’a yaptırım kararı alan ülkeler, önceden ilan ettikleri on üç maddelik memorandumdan geri adım atmak için “terörle mücadelede samimiyet” koşulu ileri sürmüş durumdalar.
İddia, kabaca, Katar’ın Ortadoğu’daki terörü desteklemesiyle ilgiliydi. Sorun şu ki, Ortadoğu’da pek çok türden terör var ve Katar’ın tam olarak hangi terör örgütünün arkasında olduğunu ve ne türden destek verdiğini kamuoyu yoluyla öğrenemedik. Tek öğrendiğimiz, Katar’ın İran’la da en az diğer Ortadoğu ülkeleriyle olduğu kadar ilişki içinde olmasıydı. Katar’a dayatılan belge de, esasen İran ile ilişkinin tümüyle kesilmesini içeriyordu. Yani Katar İran’la ilişkisini kesse ve o arada El-Cezire gibi Ortadoğu’da kimin ne yaptığını deşifre etmede rol oynayan bir kanalı kapasa, “samimiyet testi”ni aşmış olacak.
Çifte standart
Terörle mücadele etmek adına hangi ülkelerin başka topraklarda mücadele ettiğine ya da bu uğurdaki faaliyetlere ne kadar para aktardığına baktığımızda, takdire şayan sonuçlarla karşılaşmamak mümkün değil. Ancak bugün eğer Katar’dan samimiyet isteniyorsa, o zaman teröre destek verdiği iddia edilenlerden çok belki de terörle mücadele edenlerin samimiyetini de test etmek gerekiyor.
Terörle aktif olarak mücadele eden, zaten bunu kanıtlama ihtiyacında olmuyor. İspanya örneğin, ETA ile mücadele ederken bir samimiyet sınavına tabi tutulmamıştı. Keza Birleşik Krallık da İRA mücadelesinde samimi mi diye kimse sormamıştı. Bu soru, ancak terörle mücadele ediyor gibi görünen, ama aslında etmeyip, en basit anlamıyla, göz yumana sorulabilecek bir soru.
Katar’a samimiyet sorusunu soranlara, aynı soruyu sormak gerekmiyor mu acaba?
Yanıt açık olmasına rağmen sorun, bu soruyu kimin sorabilir olduğunda.
Bir ülkeden terörle mücadele konusunda samimi önlem alması bekleniyor ise o zaman her ülkeden aynı şeyi beklemek mümkün demektir.
Baskı aracı
Bir ülkeden terörle mücadele konusunda “samimi” iradesi beklendiğinde, aslında somut verilere ihtiyaç duyulduğu anlaşılır. Yani bir devlet bir örgüte maddi destek vermediğini, siyaseten alan açmadığını, silah-teçhizat sağlamadığını, para aklamasına imkan vermediğini, propagandalarına olanak sağlamadığını, ajanlarının bilgilerini saklamadığını ispat etmek durumunda kalır. Dolayısıyla iddia sonucu, devlet kendisini savunmak durumunda kalır ki bu da baskı uygulamanın bir yöntemi olur.
Ayrıca bu konu, tam da “dış politika”nın merkezine oturan bir konu. Zira samimiyet beklentisi dış politikanın değişmesi beklentisiyle örtüşür ve bir ülke samimiyetini ispata başladığında, dış politikasının değiştirmeye başladığı anlaşılır. Yani samimiyet ısrarına verilen bir olumlu yanıt varsa, bundan çıkan tek sonuç konuya muhatap ülkenin politika değişimine gittiğidir. Bu durumda “samimiyet” arayışının terörle mücadele onuşuyla fazla bir ilgisi bulunmaz; sadece muhatap ülkenin dış politika tercihini değiştirme baskısı olduğu anlaşılır.
ABD ile Türkiye arasında DEAŞ ve Suriye’deki silahlı Kürt gruplar konusundaki gerilimi de bu çerçeveden görmek mümkün.