Fetullahçı Terör Örgütü ve 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili Türkiye’nin hemen her ilinde devam eden ve sayıları binleri bulan dava var.
Bazılarında sanıklar itirafçı oldu ama itiraf dışında da savcıların elinde çok önemli belgeler var.
Örgüt evlerindeki görüşme trafiği, HTS kayıtları, kamera kayıtları, ByLock kullanıcılığı, örgüt hiyerarşisi içindeki pozisyonlarını gösteren belgeler ve suçüstü halleri gibi...
Hâkimler de, sanıklar hakkında hüküm verirken kararlarını bu somut delillere dayandıracaklar.
Hal böyleyken, 15 Temmuz darbe-işgal girişimini komuta edenlerin yargılandığı Akıncı Üssü davasında sanıklar; suç mahallinde ve suçüstünde yakalanmış olmalarına, bütün kamera ve telefon kayıtları, darbeye dair talimatları mahkemede önlerine konmuş olmasına rağmen birbiriyle çelişen ve hayatın olağan akışına uymayan bir savunma yapmaktalar.
“FETÖ’cü değilim, darbeyle alakam yok, Akıncı Üssü’ne ‘hayvan belgeseli çekmeye’, ‘arsa bakmaya’, ‘happy hour partisine’ yahut ‘bir arkadaşa bakmaya’ gittim diyorlar.
Ortak amaç 15 Temmuz gerçeğini parçalamak, sanal bir hava oluşturmak, toplumun ve mahkemenin sinirlerini bozmak ve burada adalet yok deyip mazluma yatmak.
Her birinin ortak alt metinle söylediği şey, “15 Temmuz gerçek değildir, tiyatrodur.”
Bunu yaparken uluslararası kamuoyuna medya aracılığıyla mesaj iletiyorlar. Mahkeme salonu içinde-dışında sergilenen tavırlar, “hero” tişörtüyle, alnı açık-başı dik duruşlarla, ağlaşan ana baba, hamile eş pozlarıyla sistematik bir çalışma yürütülüyor: “15 Temmuz kontrollü darbedir, tiyatrodur”.
Bu söylemin müellifi ve ilk söyleyeni Fetullah Gülen adlı terörist başı iken tekrarlayıcısı ne yazık ki Atatürk’ün partisinde Gazi’nin koltuğunda oturan kişi.
Darbeyi güvenli bir evde kahve içerek takip eden Kemal Kılıçdaroğlu.
CHP’nin günahı büyük. Ancak, seçilmiş hükümeti düşürmek için 17-25 Aralık kumpaslarında üretilmiş sahte kasetleri Meclis’te tekrar etmekten, yabancı istihbarat örgütlerinin milli istihbarat örgütümüze operasyon çektiği MİT tırları olayında Türkiye’nin değil FETÖ’nün yanında yer tutmaktan daha vahimi vardır ve şudur:
Ne olduğu 15 Temmuz’da artık herkesçe –bu arada Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç gibi maşalarca da- anlaşılan FETÖ’yü yarım ağız kınayıp, daha sonra yarım kalan FETÖ operasyonlarını tamamlamaya ve aklamaya yönelik bir siyaset üretmek.
Son dönem CHP siyasetlerine bir bakın.
Adalet yürüyüşü adıyla yapılan sokak siyasetinin en büyük destekçilerinin PKK, FETÖ, DHKP-C ve Türkiye düşmanı ülkeler olmasının içerdiği anlamın ötesinde yüklendiği işlevsellik mesela.
Bu yürüyüşle, belki şimdi adalet kurultayıyla, ülkenin neredeyse her gün şehit vererek yürüttüğü terörle mücadelesini boşa çıkartmaya çalışmak, FETÖ davaları sürerken bütün dünyaya “ey millet, Türkiye’de adalet yok” mesajı vermek siyasi bir kusur değildir, bir tercihtir ve bu tercihin Türkiye lehine olmadığı açıktır.
Tıpkı PKK’nın terörü sokaklara taşıdığı ve çoluk çocuk patlattığı bir dönemde Kılıçdaroğlu’nun ikircikli konuşmalar yapması ve her biri ellerine geçirdikleri her şeyi bombaya dönüştürecek, attığını vuracak keskin nişancılık eğitiminden geçmiş iken, muhatap aldığı azılı teröristlere “hendekteki genç arkadaşlar” diye hitap etmesindeki tercih gibi.
Alman Focus dergisine verdiği ve CHP yalanlamasının yalan çıktığı mülakatta da var aynı şey.
Nedir? Algıyla olguyu yer değiştirtecek yahut somut bir gerçeğin şüpheli hale gelmesini kolaylaştıracak bir hava oluşturmak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a rekabet eder, iktidara muhalefet eder gibi görünüp terör örgütlerinin insan öldürerek elde etmeyi amaçladıkları siyasi sonucu meşru alandaki faaliyetlerle almak.
Yoksa Kılıçdaroğlu’nun “Hiçbirimiz güvende değiliz, canını seven Türkiye’ye gelmesin” derken Antalya’da, Fethiye’de, Marmaris’te yahut İstanbul’da bomba patlatan PKK’dan, DEAŞ’tan, DHKP-C’den farklı bir şey yaptığını kim söyleyebilir?