Doğruca adını koymak lazım: Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali” kararı, terör propagandasına sunulmuş ince bir yargı desteğidir.
Bilardo sporunda vardır hani: “İnce görmek...”
Bu kararıyla Anayasa Mahkemesi, ince görmüş oldu... Bundan sonra devletin terörle mücadelesini “suç” kapsamında görebilirsiniz ve başınıza bir şey gelmez. Hatta daha da ileri gidebilirsiniz, benzerlerinizle siyasal ortaklıklar oluşturabilirsiniz, terörle mücadelenin cezalandırılması gerektiğini savunabilirsiniz. Bu amaçla dernek ve parti kurabilirsiniz. Bu derece tehlikeli bir karar.
İsterseniz, önce “barış bildirisi” denilen 1128 imzalı akademisyenler bildirisine bakalım ve Anayasa Mahkemesi’nin neyi onaylamış olduğunu görelim.
Bakıyoruz ve şunu görüyoruz:
Rahatsız bir bildiri...
Erdoğan nefretiyle kafayı yemiş liberallere (özellikle Hasan Cemal’e) sipariş edilse, ancak bu kadar “rahatsızı” yazılabilir. Erdoğan düşmanı güruh tatmin olsun diye hazırlanmış bir bildiri sanki...
Bildiride öne çıkan “makul” (!) hususlar (önermeler) şunlar:
Bir; müzakere koşulları hazırlansın ve “kalıcı barış” için tüm çözüm yolları denensin... Hükümet, Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını derhal oluştursun... Müzakere görüşmelerinde, toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemciler bulunsun. (Böyle bir bağımsız gözlemciler grubu oluşturulursa, bu 1128 aydın gönüllü olarak heyet içinde yer alacakmış... “Bunu şimdiden beyan ediyoruz” diyorlar.)
İki; siyasi iktidarın, muhalefeti ortadan kaldırmaya yönelik baskıları durdurulsun. (Bu baskılara şiddetle karşı çıktıklarını söylüyorlar...)
Üç; devlet şiddetine ve “terörle mücadele” adı altında gerçekleştirilen “katliam”a hemen son verilsin... (Bu katliamın “suç ortağı olmayacaklarını” şimdiden duyuruyorlarmış...)
İlk bakışta makul taleplermiş gibi görünüyor...
Elbette talepler dikkate alınsın, (olabiliyorsa) müzakereler başlasın, şiddet sona ersin...
Kim itiraz edebilir ki?
Fakat bir de “realite” diye bir şey var.
Devlet şiddetinden söz edip, roketatarlı militanlara karşı operasyonu “katliam” olarak değerlendiren 1128 akademisyen, PKK şiddetini hiç görmüyor. (Bildiride bir tek kez bile PKK ismi geçmiyor...)
Bugüne kadar bölgede binlerce sivil öldürüldü.
Hepsi de, PKK militanlarının silahlarından çıkan kurşunlarla öldürüldü.
Devlet şiddetinden söz eden aymazlar, “Bu roketatarlar ve uzun namlulu silahlar da nerden çıktı? Bu hendekler niçin kazılıyor? Bu mayınlar niçin döşeniyor? Yollara dökülüp asker ve polisin bol olduğu bölgelere sığınan 200 bin Kürt vatandaşı kimin şiddetinden kaçıyor? Selo sen bu işe ne diyorsun?” diye sormuyor.
Müzakere masası kurulsun, yol haritası oluşturulsun, tamam da...
Bir masa vardı... Müzakereler başlamıştı... Toplumun geniş kesiminden bir “bağımsız gözlemciler heyeti” müzakerelere eşlik ediyordu... Sıra, PKK’nın Kandil’de toplayacağı “Silah Bırakma Kongresi”ne gelmişti.
Bütün bunlar olurken, kendilerine “aydın” diyen bu 1128 aymaz PKK’ya çağrı yapıyordu; “Demokrasi olmadan barış olmaz... Erdoğan’ın sizi aldatmasına izin vermeyin. Sakın silah bırakmayın...”
Barış olurken savaşı savunmak, savaş olurken “barış” diye tutturmak nasıl bir halettir?
Nedir bu arkadaşların derdi?
Nihayetinde ne olmasını istiyorlardı da olmadı?