Türkiye’nin terör örgütleriyle mücadelesi nihayet terörün sivil siyasi ayağına ve medyaya da uzandı. FETÖ işgal örgütüne ait medya organlarının “etkisiz hale getirilmesinin” ardından PKK’nın medya kamuflajı giydirilmiş propaganda aygıtları da kapatıldı.
Cumhuriyet gazetesine yönelik dün başlayan soruşturmadan ne çıkacağını henüz bilmiyoruz ama İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın TCK 220/6. Maddesi uyarınca ve “FETÖ ve PKK terör örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” gerekçesiyle şüpheli isimleri gözaltına aldığını biliyoruz.
Konu tartışmaya açık olduğu, daha önce pek çok kez suiistimal edildiği ve algı ile olgu arasındaki makas açıklığı ezberlerle doldurulduğu için ben ilkesel bir düzlemi takip edeceğim.
Bir: Gazeteciler suç işlemez diye bir şey yoktur olamaz. Herkes gibi gazeteciler de suç işler, gazetecilik onları cezadan muaf kılmaz.
İki: Giderek daha sofistike bir yapıya bürünen yeni nesil terör örgütleri medyayı -medya istese de isteme de- denkleme dahil etmiştir. İnsan öldürerek siyasi sonuç almaya çalışan her örgüt için olayın haberiyle birlikte dehşet duygusunu da yayan her medya organı bir şekilde terör örgütünün partneri haline gelir.
Üç: Dolayısıyla muhabirinden editörüne, yazarından yazı işleri masasına kadar tüm medya çalışanlarının bu durumun farkında olması ve dikkatli davranması gerekir. Kamu yararına yapılan yayınların, kullanılan ayrıcalıkların terör örgütleri lehine, kamu aleyhine dönmemesini sağlamak gazetecilerin sorumluluğudur.
Dört: Halihazırda Türkiye birden fazla terör örgütünün saldırısı altında. PKK ve FETÖ’nün geçmişleri 40 yıl geriye gitse de farklı düzeneklere sahip oldukları açıktır. PKK Türkiye’yi bölmek için insan öldürürken FETÖ içerden işgal etmek üzere kurgulanmış, 2010 sonrası aktif hale getirilmiştir. Biri “Kürt” kamuflajıyla, diğeri “dinci” postuyla gizlenirken medyayı siper almaktadır.
Dört: Türkiye’ye karşı eş zamanlı olarak harekete geçirilen terör örgütlerinin ya kendilerine ait medya organları ya medyada birlikte çalıştıkları partnerleri var. Örgüt propagandası yapmaktan terör saldırılarını gizlemeye, teröristlerin Türkiye’ye yönelik tehdit ve yalanları yaymaktan terör örgütlerini meşrulaştırmaya kadar bir dizi suç, haber görünümüyle, ifade özgürlüğü kılıfıyla yayınlandı.
Beş: Yargı bu suçlara karşı harekete geçmekte son derece gecikti. Hiçbir demokratik hukuk devletinde buna izin verilemez. Verilmemeliydi. IRA barış sürecini yürüten İrlanda eski Adalet Bakanı Dermont Ahern’in de söylediği gibi bir ülkede terör medyası varsa orada barış olmaz. Hukuk da olmaz.
Altı: Kendine muhalif diyen medya ve ana muhalefet olarak CHP, hükümete muhalefet etmekle teröre hizmet etmek arasındaki uçurumu göremedi. Devlet karşıtı olmakla insanları öldüren teröristlere arka çıkmayı bir görerek şuursuzlukta level atladı. FETÖ’nün hizmetine koşmak için FETÖ’cü olmak gerekmediğini idrak edemedi. FETÖ’nün işi görülene kadar “liberal”, “muhafazakar”, “demokrat” vs maskeleri taktığına, şimdi de “Kemalist” maskesiyle dolaştığına hâlâ ayılamadı.
Yedi: “Özgür basın susturulamaz” sloganı halihazırda “terör örgütlerinin özgür denilen bu basını kendine siper edinerek insanları öldürdüğü gerçeği”nin üstünü örtmek için kullanılıyor. Gafil kesim FETÖ’yü anlamak için 15 Temmuz’da 241 insanın kanının yüzlerine sıçramasını bekledi. PKK için rakamlar anlamını yitirdi.
Sekiz: Özgür Gündem, Taraf, Zaman doğrudan terör medyasıydı. Can Dündar yönetiminde çıkan Cumhuriyet’se kokteyl terörün Kemalist kamuflajı.
***
Not: Nedim Şener Pazar günkü yazıma cevaben “David Keynes beni arasaydı görüşürdüm” diyor. Elbette. Beni arasaydı ben de görüşürdüm. Yazımda da belirttim, gazeteci herkesle görüşür. Mesele görüşmekte değil zaten, temas ve mesafeyi iyi ayarlamakta, habere gidip “av” olmamakta.