İstanbul’un ortasında yaşanılan kanlı saldırı sonrasında, yetkililer başta, kimsenin parmağının arkasına saklanmasına gerek yok... Topluma vermemiz gereken ana mesaj, “kanları yerde kalmayacak” tabii ki olacak ama, 21’nci yüzyılın bu dönüm noktasında hepimizin, günlük yaşamımızı sarsan saldırılar karşısında bir gerçeği kabul etmemiz gerekiyor: Terörle birlikte yaşama ruh halini güçlendirmemiz gerekiyor.
Terörü kaynağında kurutmak, teröristi o kanlı eylemleri yapmadan etkisiz hale getirmek devletin işidir, demokrasilerde vatandaşlar, devletin bu görevi en üst düzeyde yerine getirmesini takip ederler. Ama, 19 teröristin bir araya gelip, uçakları kaçırarak New York’un orta yerindeki iki sembol gökdeleni yerle bir etmesinden sonra belli ki, hepimiz, farklı bir dünyanın insanları olduk ve artık, eskiye ait yaklaşımların da rafa kalktığı bir dönem yaşıyoruz...
Beyazsaray’da oturduğu son 4 yılı, tarihi başarısızlıklarla süsleyen(!) Obama’nın belki de tek başarısı, askerleri sınırların ötesinde terör bölgelerinde harekatlar düzenleyen bir ülkenin başkanı olarak sinirli/tepkisel/bencil arayışların içinde olmasıyla ünlü Amerikan kamuoyuna, “terörle sonuna kadar mücadele edeceğiz ama siz de, bu mücadele sürecinde onunla birlikte yaşamayı öğreneceksiniz” terapisini iyi uygulaması oldu...
Bu yaklaşımın hem kamuoyunun duruşunu güçlendirmesi hem de mücadelenin ön cephesini kuvvetlendirmesi dikkat çekicidir. Bugünlerde Fransa cumhurbaşkanlığını kovalayan eski başbakan Manuel Valls’in bir Tunuslu’nun gerçekleştirdiği Nis saldırısından sonra “Zamanlar artık değişti, Fransa ve Fransızların artık terörle birlikte yaşama gerçeğini kabul etmesi gerekiyor” demesi bir gerçeğin ifadesiydi. Ülkesindeki sığınmacılardan kaynaklanan bazı “yalnız kurt” saldırılarından sonra Alman şansölye Merkel’in, “Hepimizin bilmesi gereken gerçek, bazı saldırıların güvenlik ve istihbarat birimleri tarafından bilinmeyen şahıslardan da gelebileceğidir” açıklaması da önemli bir işaret fişeğiydi...
Terörün radikal değişimi...
11 Eylül 2001 saldırılarından bu yana, “terör” kavramında radikal değişimlerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Afganistan-Irak-Suriye hattında “körüklenen” yapılanmalar, “belanın” her geçen gün biraz daha arttığını işaret ediyor. “Terör örgütü” diye adlandırdığımız PYD-PKK veya DEAŞ’ın,om kontrol ettikleri bölgeler, ağır silahları, hatta tankları/zırhlı araçları var. Yarın, dronlar ele geçirmeyeceklerini ise kimse garanti edemez...
Türkiye, terörle mücadelede en net tavrı sergileyen bir devlet. Sınırlarının içinde PKK (tabii ki FETÖ) ile, dışında ise PYD-DEAŞ unsurları ile hesaplaşma içinde. Dünyanın en kanlı ve en güçlüsü olarak kabul edilen bu örgütler ile kararlı mücadelenin yürek yakan bedellerini ödüyoruz...
Arkalarında hangi küresel istihbarat örgütlerinin bulunduğunu bile tam tahmin edemediğimiz terör örgütleriyle savaşımız sırasında Avrupa Birliği’nin “terörle mücadele yasanı yumuşat/değiştir” baskısıyla karşılaşmamız bile ne tür bir “komplo yüklü dünyada” yaşadığımızı sergilemesi açısından dikkat çekici...
Pis bir dünya bu ve hepimizden kurban olmamızı bekliyor.
Hayır, yüreğimiz, İstanbul’un ortasında patlatılan yüzlerce kilo patlayıcı sonucu şehit verdiğimiz insanlarımız için kanasa da, yalnız başımıza kaldığımızda, belki şahsımız için değil ama, ailemizin genç ve küçük bireyleri için derin endişeler taşıdığımızda da “kurban” olduğumuzu asla düşünmeyeceğiz...
Terör var... Örgütler, bir düğmeye basıp kendilerini patlatacak eleman bulmakta sıkıntı çekmiyorlar.... Tüm hedefleri ise, günlük yaşantımızı çalkalamak, aldıkları emir doğrultusunda sosyal hayatımızı berbat hale getirip, ekonomik refahımızın önünü tıkamak...
Bütün bu gerçekleri artık biliyoruz...
Bilen insan, kendisine saldıran açısından en tehlikeli varlıktır...
Teslim olmamak, “üst akıl” bağlantılı örgütlere karşı “senin varlığını ve hedeflerini biliyorum, bir süre seninle birlikte yaşayacağımı da, ama sen de bil, seni yok edeceğim” duruşunu güçlendirmek bilginin doğal sonucudur.
Bu duruş için siyasilere mesajım şu: En kısa zamanda yok edeceğiz, bu yaptıklarının hesabını göreceksin, kısa zamanda soracağız açıklamalarından uzak durun. Aksine, topluma, bunun “ulusal zeminde” yaşanılan fakat “büyük bir küresel sorun” olduğunu, tüm ulusların aktif işbirliği ile zaman içinde çözülebilecek bir krizle karşılaştığımızı anlatın...
Millet bilgedir, anlar ve gereğini yapar...