Bediüzzaman Hazretleri “Kimin himmeti milletiyse o tek başına bir millettir” der. Üstada göre insanın kıymeti himmeti nispetindedir ve himmeti millet oldukça insan değer kazanır. Bu ifade, insanın önüne ulvi bir amaç ve hedef koyar, dava adamı motivasyonu üretir.
Milletiyle özdeş hale gelen, hemhal olan siyasetçiler büyük lider olmuştur. Menderes’ten Özal’ave Erbakan’a kadar büyük lider olarak anılan siyasetçilerin ortak özelliği kendilerini milletine adamalarıdır. Halkıyla kaderi birleşenler, ülkenin geleceğiyle kendi geleceği ilişkili görülenler ise daha büyük liderlerdir.
14 yıldır AK Parti’yi büyüten her şey Türkiye’yi, Türkiye’yi büyüten her şey AK Parti’yi büyüttü, ülkenin geleceği için AK Parti siyaseti (hatta muhalifleri tarafından bile) olmazsa olmaz görüldü. Kapatma davasından 15 Temmuz’a kadar birçok olayda bu hissiyat açıkça hissedildi.
Dün de yazdığım gibi bugün küresel güçler Türk halkının iradesini bastırmaya ve ülkeyi kendi eksenlerinde bir uydu ülke haline getirmeye çalışıyor. Bunu yaparken önlerinde gördükleri engel ise Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan. ‘Erdoğan’dan kurtulursak her şeyden kurtuluruz’ anlayışı aslında sadece Türkiye’ye yönelik bir siyaset mühendisliğini de yansıtmıyor. Arap baharının tersine çevrilmeye çalışılması bölge halklarının iradelerini baskılamayı amaçlıyordu. Erdoğan bölge halklarının hissiyatını ve efkârını temsil eden, küresel hegemonyaya meydan okuyan bir sembole dönüşmüş durumda.
15 Temmuz günü sokağa dökülen, tankların önüne yatan insanlar sadece yıllardır kendilerine hizmet eden bir siyasetçiye sahip çıkmak için canlarını hiçe saymadılar. Aynı zamanda onun varlığıyla özdeşleştiğini düşündükleri kendi gelecekleri için, kendi özgürlükleri için, vatan ve mukaddesatları için ölüme meydan okudular. Biliyorlar ki, lideri devirmek isteyenlerin hedefi Türkiye’yi esir almak.
İşte halkıyla bir/bütün olmak böyle bir şey. Lider de halkının geleceği için kendisini feda ediyor, halk da aynı amaç için yani ülkesinin geleceği için fedakârlıktan kaçınmıyor. Buradaki ilişki kişisel bir ilişki olarak okunamaz. Feda olunan şey kişiler, kişilikler değildir; feda olunan bir dava, bir mukaddesat, bir vatan ülküsüdür.
Erdoğan’ın liderlik konumunu ve halkla kurduğu ilişkiyi doğru anlamadan yaşadığımız sosyal-siyasal hadiseleri anlamakta zorluk çekeriz.
Tayyip Erdoğan halkın nabzını, hissiyatını ve efkârını çok iyi tutan, toplumsalın siyasal okumasını çok iyi yapan bir liderdir. Daha önce de belirttiğim gibi Erdoğan’ı sosyal evren ile siyasi evren arasında bir tür ‘başmüzakereci’ gibi görmek de mümkündür.
‘Dönüştürücü liderlik’ diye adlandırdığım bu durum, halkın sessiz devrim diye nitelenen büyük değişimlere sahip çıkmasını sağlamıştır. AB’ye üyelikten çözüm sürecine kadar birçok konuda halk desteğinin yükseldiği dönemler Erdoğan’ın çağrı yaptığı dönemlerdir. Ermeni meselesinden Kıbrıs sorununa kadar birçok gerilim alanında halkın pozitif bakışının sebebi Erdoğan’ın tavrı olmuştur. FETÖ ve DEAŞ gibi dini istismar eden örgütlerle mücadeleye destek ancak Erdoğan gibi bir liderin duruşuyla başarıya ulaşabilir.
Halkla çift yönlü iletişim kuran, halkı siyaset yapımına katan, müzakereci demokrasiyi çalıştıran Erdoğan, demokratik değişimi kırıp dökmeden ve halkın desteğini alarak yapmaktadır.
Erdoğan, statükocu güçlerin hiçbir hamlesine, vesayet odaklarının hiçbir saldırısına, küresel güçlerin hiçbir oyununa karşı eyvallah etmemiş, halkı bırakıp kaçmamıştır. Halk da zor zamanda liderinin arkasında durmuştur.
Himmeti milleti olanlar hep kazanmıştır ve kazanacaktır.