Kaşıkçı cinayeti ile sıkışan Trump ve Prens Selman bölgede yeni maceralara girişebilir.
İngiltere Dışişleri Bakanı geçen hafta Tahran’da, bir önceki hafta da Riyad’daydı. Tahran ziyareti sırasında ‘Ortadoğu barut fıçısı gibi... Birinci Dünya Savaşında olduğu gibi küçük bir olay, büyük felaketi tetikleyebilir’ dedi.
Neydi Birinci Dünya Savaşı? Saraybosna gibi tali bir mekanda bir Sırp suikastçı grubu, Sırplara kötü davrandığına inandıkları Avusturya’nın veliaht prensini öldürdü. Bu suikast genel savaş çıkmasını gerektirmiyordu. Ancak Avrupa ittifaklarla bölünmüştü, herkes el tetikte bekliyordu. Bahane bulundu ve savaş çıktı.
Ortadoğu da birbirine diş bileyen gruplarla bölünmüş durumda. Kağıt üzerinde Suudi Arabistan-İsrail ile İran karşıt kamptalar. Peki İngiltere Dışişleri Bakanı neden 1914 benzetmesi yaptı?
Tam da bu aylarda savaşın bitişinin 100. yılı anılıyor. Birinci Dünya Savaşı, Dünya gündeminde. Ancak bakanın güncel başlıklardan etkilenerek, gündem olmak için bu benzetmeyi kullandığını sanmıyoruz. Zaten benzetme uluslararası medyada fazla yankı yapmadı. Biz önemsedik, o ayrı... Hem durumun kısmen 1914’e benzediğini biliyoruz, hem de İngiliz bakanın tarihi bir bakış açısıyla konuştuğunu değerlendiriyoruz.
Birinci Dünya Savaşının en önemli özelliği, tarafların, başkalarını korumak üzere, ittifak bağları nedeniyle savaşa girmesidir. Günümüzde de Ortadoğu’da İsrail ve Suudi Arabistan, ABD ile ittifak bağlarına güvenerek İran ile çatışmaya yakın duruyorlar. Türkiye ve Rusya gibi bölge güçlerinin böyle bir çatışma istemedikleri, hatta durdurmak için çaba harcayacakları aşikar. Ancak İran’ın nükleer altyapısını yıkmak için sabırsızlanan bir İsrail, İran’a yönelik her saldırının bölgede kendisine üstünlük vereceğini zanneden bir Suudi Arabistan var.
Suudi tehdit algısı, doğrudan Prens Selman’ın şahsi yorumlarından kaynaklanıyor. İran’ın birkaç bombardımanla ortadan kalkmayacağını kendisine kim söyleyecek?
İran’ın çok uzun zaman Osmanlı ile birlikte bölgede var olduğunu Prens Selman ya bilmiyor, ya da unutmuş.
Halen, Kaşıkçı suikastinin baskısı altında bir Trump ve Prens Selman var. Önlerinde zaman az. Suikast örtbas edilemeyecek, ABD Kongresi Ocak’tan başlayarak Trump’a daha büyük kabus olacak. O zamana dek İran ile çatışıp gündem değiştirmek isteyecek en az iki kişi düşünüyoruz. Biri Prens, öbürü de Beyaz Saray’daki avukatı: Trump. Zaman az, zaman tehlikeli.
İttifakın önü ve arkası
Birinci Dünya Savaşındaki ittifak yapısının benzeri, Ortadoğu’da görülüyor. İsrail-Suudi, İran’a karşılar. Bu ortaklığın ardında ABD var. Sonra kalabalık yapması için düz asker ve kaynağı olarak düşünülen Mısır geliyor. Bölgede her zaman Batının şişine ve kebabına gelen Ürdün de hizada... Birkaç tutam Kuveyt, Bahreyn, BAE de eklenince, işte Arap Nato’su diye anılan, adı var kendi yok salata... Arap Nato’su ciddiye alınacak bir ittifak değil. Yemen’de kuma saplandı, Suriye’ye gidemedi. Ancak kurşunlar uçuşmaya başlayınca, ‘kalabalık olan’ taraf, dünya kamuoyu gözünde ‘haklı’ oluyor. İran’ın Nato’su belki yok ama Irak, Suriye ve Lübnan üzerinden herkesin canını sıkma gücü var.
Hatırlayalım, Prens Selman, Başbakan Hariri’yi kaçırarak Lübnan’da iç savaş çıkartmaya çalışmıştı. Oradan da belki ABD’yi İran’a saldırtma yolları açılacaktı.
İsrail’in Kuzey Irak ve Azerbaycan’da ileri üs kurarak, buralardan İran’a sabotaj timleri sızdırmaya çalışacağını acaba nerede okuduk?
Bu arada yukarıda adı geçen ülkelerin sayısı, Birinci Dünya Savaşının başlangıcında çatışmaya taraf olan ülke sayısından fazla. İngiltere Dışişleri Bakanı galiba haklı...
ABD çatışmak istemez, Trump ister
ABD’nin, halen Ortadoğu’da İran ile çatışmaya girmekte bir ulusal çıkarı yoktur. İran sadece, Trump’ın bazı geceler uykusuna davet ettiği şahsi kabusudur.
Peki ABD ordusu Trump istedi diye İran’a saldırır mı? Son kimyasal saldırının ardından ‘Esed’i, yönetici kadroyu toz duman edelim’ diyen Trump’ın ısrarına karşılık, Savunma Bakanı Mattis sınırlı füze bombardımanı yaptı. Aynı Mattis, Kim Jong Un’a karşı da Trump’ın istediğinden daha ihtiyatlı planlar yaptı... Trump’a ‘şunu yaparsak, Kim nükleer füze atar, o zaman şunu şunu yapmayı göze alıyor musun’ diye sordu.
İşin ilginci, ihtiyatlı ve gerçekçi bir kurmay olan Mattis’i, Trump sevmiyor. Hatta bu dönem Mattis’i görevden alacağı söylentisi dolaşıyor. Mattis giderse, Trump kendi emrinde olacak bir operet generali mi bulur? Sanmıyoruz. Pentagon, ABD Başkanına her zamankinden daha fazla fren yaptırmak gerektiğini herhalde biliyordur. Kasım seçimleri ABD’nin ‘Trump ve diğerleri’ arasında ikiye bölündüğünü, bu bölünmede tarafların birbirine net üstünlüğü olmadığını gösterdi. ABD’de hiçbir konuda fikir birliği mümkün olmadığı gibi, Ortadoğu’da haklılığı kuşkulu bir savaş için de fikir birliği olmaz.
Normalde Trump’ın bir ülkeye savaş açmak için Kongre’den izin alması gerek. Bu izni, bu Kongre’den alamaz, çünkü herkes Trump’ın ‘Evvela Amerika’ sloganının aslında ‘Evvela şahsen Trump... Sonra Amerika’ olduğunu biliyor. Trump’ın savaşçılık oyunlarının gündem değiştirme, kişisel ve ailesel çıkarlara hizmet etme ya da sonu hesaplanmamış maceralara uzanma riski var. Trump Kongre izni olmadan savaşma yollarına gidebilir. Mesela ‘Ani bir düşman saldırısına karşı koymak için’ Başkan kendi başına orduya ateş emri verebilir. Bu saldırı ABD’ye ya da müttefik ülkeye yönelikse, Kongre onayı beklenmez. Zaten ilk füze ateşlendikten sonra gerisi kendiliğinden gelir.
İsrail ve Suudi Arabistan bu incelikleri biliyor. O yüzden doğru ya da yanlış ‘İran saldırdı’ diye etiketlenecek bir olayla, ABD İran’ın üzerine gidebilir. Aynı ihtimalleri İran da biliyor. Önümüzdeki dönemi tehlikeli kılan durum bu. İran’ın ‘saldırdı’ diye yorumlanacak bir hareketi için, her tür kışkırtma ve tezgah yolu Ortadoğu’da açık. Normal bir meşru müdafaa çabasında bile, İran ‘saldırgan’ olarak gösterilecektir. Bütün bu işlerde medya en önemli araçtır. Medyayı erken ve etkili kullanmak, Saraybosna 1914 senaryosudur.