Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugün Tahran’da İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le bir araya gelecek.
Zirve ‘Astana Süreci’nin devamı niteliğinde.
Astana Süreci, Suriye krizinin çözümüne yönelik Türkiye ve Rusya’nın ‘garantör ülke’ olarak başlattığı, İran’ın da dahil edildiği bir çözüm süreci.
Sürecin hedefi, Suriye’de rejim ve muhaliflerin çatışmasızlık, barış, anayasa ve yeniden yapılanma için zemin oluşturmak; bu zemini BM gözetiminde başlatılan Cenevre sürecine taşımak.
Üç ülke rejim ve muhalifler üzerindeki ‘nüfuzlarını’ kullanarak tarafları bir araya getirdiler.
Ateşkes ve çatışmasızlık sağlandı, anayasa süreci ele alınmaya başlandı.
Cenevre süreci ise hem Şam yönetiminin itirazları, hem de BM’nin muhalif grupların temsili konusundaki tutarsızlıkları nedeniyle durmuş vaziyette.
Ancak şimdi Astana Süreci’nin önünde çok önemli bir sınav var: İdlib.
İdlib, muhaliflerle rejim arasında ilan edilen ‘çatışmasızlık bölgeleri’nden en önemlisi.
İdlib’de, çoğu başka çatışma alanlarından göç etmiş 3-3,5 milyon kişinin yaşadığı tahmin ediliyor.
Rusya ile varılan uzlaşma sonucu, bölgedeki çatışmasızlık Türkiye’nin gözetiminde. Türkiye, ağır silahlar, tank ve zırhlı araçlarla takviye edilen 12 askeri gözlem noktası kurdu.
Ancak kent silahlı grupların kontrol ettiği alanlardan oluşuyor.
Siviller günlük hayatlarını sürdürüyor, okullar, hastaneler, işyerleri açık.
Ancak sivillerin varlığı, silahlı gruplara da bir ‘koruma’ sağlıyor; onlar da ayrılmalarına izin vermiyor.
Çatışmasızlıkta amaç, önce bu gruplar arasındaki ‘ılımlı’ların ayrılması, terörist gruplara katılımın azalması ve bölgeyi terk etmelerinin sağlanmasıydı.
Böylece Şam rejimi veya Rusya’nın kontrol ettiği bölgelere yönelik bir saldırı olmayacak; ılımlı gruplar da gelecekte de çözüm sürecine dahil olabileceklerdi.
Bu nedenle Rusya ve Türkiye bu gruplar üzerinde özel olarak çalıştı, ‘terörist’ ve ‘ılımlı’ grupların tanımında uzlaştı.
Sorun, bazı terörist grupların, Şam rejiminin ve Rusya’nın kontrol ettiği bölgelere saldırılar düzenlemesi.
Şam rejimine kalırsa, İdlib’deki grupların tamamı terörist ve ortadan kaldırılmaları gerekiyor!
İran’ın yaklaşımı da Şam’dan farklı değil.
Rusya ise ‘terörist gruplara yönelik’ operasyon yapılmasını savunuyor.
Türkiye de, Şam rejiminin bölgeye girmesi halinde ayırım yapmadan bütün bölgeyi, daha önce yaptıkları gibi ‘çoluk çocuk demeden’ bir ölüm tarlasına dönüştüreceğinden endişeli.
Ayrıca, bu bölgeden 1 milyona yakın nüfusun Türkiye’ye göç etmesinden…
Avrupa ve ABD’den gelen mesajlardan, Şam rejiminin bir hava ve kara harekatıyla bölgeye girmesine karşı çıktıkları, ancak Rusya’nın ‘nokta operasyonlar’ yapmasına sessiz kalacakları anlaşılıyor.
Rusya’nın, Tahran zirvesine iki gün kala bu nokta operasyonlara başlaması, İdlib’e yönelik harekatın ‘sınırlı’ kalacağına dair bir ‘işaret’ sayılabilir.
Eğer Rusya için ‘maksat hasıl olursa’ Putin, Tahran’a ‘çözüm için zaman tanımaya’ hazır olarak gelebilir.
Zira İdlib’e yönelik kapsamlı bir saldırı, ılımlı muhalif grupların da kontrolden çıkmasına, DEAŞ’ın yeniden taraftar bulmasına neden olabilir. Bu da çatışmasızlık bölgelerini anlamsız hale getirir. Ayrıca, ABD politikaları nedeniyle Rusya ile yakınlaşan Avrupa’yı da yeniden ABD ile aynı cepheye taşır.
Ancak yine de, hem Şam rejiminin İdlib çevresine yaptığı askeri yığınak, hem de Rusya’nın birkaç nokta operasyonla tatmin olmayacağı gerçeği, İdlib’de çözüm için fazla zaman kalmadığını gösteriyor.
Tahran zirvesi, çözüm için ‘ne kadar süre kaldığını’ bize gösterecek.
Rusya ve Türkiye’nin bu ‘kısa sürede’ neler yapabileceği ise Erdoğan-Putin görüşmesinde netleşecek.