Tıpkı insani yardımlar gibi ateşkes anlaşmaları da krizi hafifletmeye ve dolayısıyla Suriye’deki dramın zamana ve daha geniş bir alana yayılmasına yaradı.
Sığınmacılara açık kapı politikası uygulayan Türkiye, istemeden de olsa Suriye’deki dramın uluslararası güçler nezdinde katlanılır bulunmasına hizmet etti. Esed’in zulmünden kaçıp Türkiye’ye, Lübnan’a, Ürdün’e sığınan halk için başka çıkar yol kalmamıştı. Fakat bu durum, hem savaşın uzamasına hem de Suriye’nin parçalanmasına giden yolda demografik hesaplar yapan güçlerin işine geldi.
Savaşların ne kadar süreceğini ve ne zaman sona ereceğini belirleyen şey, “Yeterince silahın satıldığına ve yeterince insanın öldüğüne kanaat getirilmesidir” denir. Bu acımasız denklemde “yeterince”yi belirleyen kriter ise krizin maliyetinin uluslararası düzen tarafından taşınılamayacak boyutlara ulaşmasıdır. Vekalet savaşının taraflarını masaya oturtan faktör, Suriyelilerin derdiyle dertlenmek değildir yani. Büyük başların, çıkarlarını maksimize edebildikleri ve sınırlarını test edebildikleri bir vasatta kurulur ancak masa.
Suriye’de bu noktaya gelindi mi?
***
Önce şunu sormak durumundayız; Irak’ta barış mümkün oldu mu? Irak’taki gibi bir çözüm Suriye’yi istikrara kavuşturur mu?
Suriye’de gerçek anlamda bir barış, her kesimin razı olduğu yeni bir sistem daha uzun zaman kurulamayacak muhtemelen ancak geçiş süreci adına masaya oturulması için de şartlar oluşmuş gibi gözükmüyor.
Bugüne kadar ilan edilen ateşkeslerin rejime yaradığı gerçeğini ve artık kabak tadı veren Cenevre görüşmelerinin barışı değil savaşı kurumsallaştırdığını da hesaba katalım.
Bu şartlar altında, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Cenevre görüşmesi ile başlayan “bayram ateşkesi”nin soluklanmak dışında bir anlamı olacağını söylemek hayli iyimser bir yorum. Zira Lavrov ve Kerry’nin vardığı anlaşmanın amacı, Suriye’de ateşkesi sağlamaktan ziyade Lavrov’un da net bir şekilde ifade ettiği gibi Suriye topraklarında “Ilımlı muhalefet ile teröristleri birbirinden ayırmak.”
***
Anlaşmayı kırılgan hale getiren en önemli sebep ise El Kaide’den koptuğunu ilan eden ve Şam’ın Fethi Cephesi adını alan El Nusra’nın Rusya ve ABD’nin terörist listesinde yer alması. Bunun anlamı şu: Suriye’de rejime karşı savaşan muhalefetin önemli kısmı, Şam’ın Fethi Cephesi ile ilişkileri dolayısıyla terörist grup kategorisinde vurulmaya devam edilecek.
Başından beri Esed’in milis güçleri olarak savaşan İranlı Şii grupların Suriye’deki sivil katliamlarda başı çekmelerine rağmen terörist grup olarak değerlendirilmediklerini de not edelim.
Ayrıca ateşkesin ihlalinin bir tek rejime faturası yok. Bugüne kadar yapılan tüm anlaşmaların temel dinamiğinin muhalefeti zayıflatmak olduğu da ortada. Ateşkesin sadece Esed’e karşı savaşma kabiliyeti olan muhalefeti işaretlemek ve terörist ilan etmek için hazırlanmış bir ortam olmadığına ikna olmak zor.
***
Daha önce defalarca olduğu gibi rejim, ateşkesin ihlal edildiği bahanesiyle stratejik gördüğü yerleri vurmaya devam edebilir. Son tahlilde ateşkese saatler kala varil bombasıyla sivil katleden bir rejimden bahsediyoruz.
Ve dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz; Suriye halkı için insani dramı hafifleten bir ateşkese razıyız... Çözüm değil pansuman.
Suriye’deki isyanı terörizm parantezine sıkıştıran son üç yıllık sürecin bizi getirdiği nokta burası. Bu yüzden de Suriye’nin geleceğini, bölge ülkelerinin meseleye bakışını, Suriye halkının 2011’de ne için sokaklara döküldüğünü konuşmadan ABD ve Rusya’nın biri PYD’ye diğeri rejime arka çıkan terör konseptini tartışıp duruyoruz.
Suriye’nin Iraklaşmasına seyirci kalıyoruz.