Sözcü gazetesi davası tahliyeleri hakkında ben ne düşünüyorum?
Müddei olmadığım bir konuda yorum yapmam doğru olmaz.
Bu soruyu, “müddei gazetecilere” soracaksınız.
Bu gazetenin patronunu FETÖ’yle ilişkilendiren (bu genç müteşebbisin FETÖ okullarında ve yurtlarında yetiştiğini söyleyen) arkadaşlara daha çok söz düşüyor.
Esasında gazeteciler olarak tahliyelere sevinmemiz gerekir.
Ben sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim. Ama ortada bir mağduriyet varsa (ki, davayla yakından ilgilenen meslektaşlar olduğunu söylüyor), “tahliye” kararına sevinmem çok da tutarsız olmaz.
Fakat dediğim gibi, müddei gazetecilere daha çok söz düşüyor.
Bizi ikna etsinler.
Hem Sözcü gazetesinin patronunu FETÖ’yle ilişkilendireceksin ve söylediklerin iddianamenin en temel suçlamasını oluşturacak, hem de “Söylediklerim iddianameye girdiği için rahatsızım. Bu tahliyeler çok iyi oldu” diyeceksin.
Burada bir problem var.
Bu problemi izale etsinler ve yukarıda da söylediğim gibi bizi ikna etsinler.
İkna olmak istediğim başka hususlar da var...
Burada da söz, Sözcü gazetesinin yöneticilerine ve yazarlarına düşüyor.
Diyelim ki FETÖ’cü değiller... (İddianamedeki ifadesiyle) FETÖ'cü olmamakla beraber FETÖ'ye yardım ve yataklık eylemiyle de uzaktan yakından ilgileri bulunmuyor; tertemiz Atatürkçü, laik, solcu ve yurtsever insanlar.
Bu “yurtseverliklerini” kullandıkları alanda bir problem yok mu?
FETÖ’nün 17/25 Aralık yargı darbesi girişimine tam gaz destek verdiler.
Bir yazarları (“usta gazeteci” diye lanse edilen Emin Çölaşan), gazetesinin kendisiyle yaptığı röportajda, 2013 yılının değerlendirmesini yaparken şunları söylüyordu: “Bizim başaramadığımızı Fetullah ve ekibi başardı. Yolsuzluk olaylarının bizde belgesi yoktu. Onlar, devleti ele geçirmiş olmanın avantajını iyi kullandı.”
Usta gazeteci bununla kalmadı... 17/25 Aralık yargı darbesi girişiminden tam iki yıl sonra, “Şimdi cemaati savunma zamanı” başlığıyla bir yazı yazdı ve devleti ele geçirdiğini itiraf ettiği örgüte destek çağrısında bulundu.
Bu yazının intişar ettiği günlerde, FETÖ’nün bir suç örgütü olduğu tescillenmişti. Hatta örgüt “Paralel Devlet Yapılanması” adıyla devletin kırmızı kitabına girmişti ve “öncelikli tehditler”in en başında yer alıyordu.
Burada bir problem yok mu?
Sözcü gazetesinin FETÖ’ye desteği 15 Temmuz darbesine kadar devam etti.
Mesela bir yazarları (“Okyanus Ötesindeki Vaiz” kitabının müellifi) örgütün televizyon kanalında, şu an “firari” durumda bulunan bir polis şefiyle yüksek telifli programlar yapıyordu ve telkin kabul etmiyordu.
Sözcü (yazarlarıyla birlikte), adeta FETÖ’nün sözcüsüydü:
Fetullah Gülen’in tehdit mesajını paylaşmalar, Cumhurbaşkanı’nın öldürüleceğine ilişkin öngörülerde bulunmalar, Fuat Avni’nin “şok iddialar”ına çanak tutmalar, bulmaca karesinin içine “Öl Recep” ifadesini yerleştirmeler, FETÖ’nün kumpaslarına hak vermeler...
Gazetenin manşetleri daha da problemliydi:
İftira, yalan, asparagas, hakaret, manipülasyon paçalardan akıyordu.
Ki, bu “problemli yayıncılıklarını” bugün de devam ettiriyorlar...
Hayır, “yargılanıp içeri tıkılsınlar” demiyorum...
Bu kadar yalan, bu kadar hakaret, bu kadar manipülasyon, bu kadar FETÖ yancılığı, en azından bir “ahlak yargılamasını” hak etmiyor mu?
Sözcü’ye “sözcülük” yapan bir meslektaşımız da çıksın, “Bu nasıl rezil bir gazeteciliktir, azıcık kendinize gelin!” desin.
Hiç değilse bu kadarcığını yapsın!