"Sorulması gereken sorular” başlıklı dünkü yazımda söze şu sorularla başlamıştım: “Ne dersiniz, bu 50 bin kişinin her birinin devlet memuriyetinden atılmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın veya Başbakan Yıldırım’ın kefaleti var mıdır?
Ne dersiniz, her gözaltında, her tutuklamada Cumhurbaşkanı Erdoğan ya da Başbakan Yıldırım’ın bilgisi ve onayı var mıdır?”
Sonra “Bu soruları, tüm atılmalar, tüm gözaltı ve tutuklamalar Cumhurbaşkanı Erdoğan ya da Başbakan Yıldırım’ın kefaletine bağlı olarak meşrulaştırıldığı için soruyorum.” cümlesi vardı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Çin’den dönerken gazetecilerle sohbetinde kendisine şu soru soruldu:
“- FETÖ ile mücadele çerçevesinde ihraç edilenleri kriptoların seçtiği, asıl kriptoların ise halen görevde durduğu, yanlış insanların gönderildiği söyleniyor...”
Cumhurbaşkanı da şu cevabı verdi:
“Bunu söyleyenler kendilerine göre doğru da söyleyebilirler. Ama şu var ki at izi, it izine karışmış vaziyette. “Ben bir şey atayım da nasılsa tutar” diyenler var. Bazıları böyle yapıyor. Özellikle yazılı ve görsel medya dünyasında bu çok var. Bazen fırsat bulduğumda TV’leri izliyorum. Öyle yorumlar yapıyorlar ki suçladıkları o insanın bu işle hiç alakası yok. Ama o insana o yaftayı yapıştırıyor. Bunlar doğru şeyler değil. Bu tür yanlışlıklardan uzak durmak lazım.”
Bir: Demek ki neymiş. Bu işte at izi it izine karışmış. Medyada ‘FETÖ’cü’ diye itham edilenlerin, Cumhurbaşkanına göre de “..bu işle hiç alakası yok”muş. “...ama o insana o yafta yapıştırılıyor”muş. Ve “...bunlar doğru şeyler değilmiş, bu tür yanlışlıklardan uzak durmak lazım”mış.
Hele şükür. “Kurunun yanında yaşın yanması” meselesinde çığlıkların bir yansıması oldu. Allah’tan ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “FETÖ’cü” diye suçlanma riski yok. Çünkü birileri pusuya yatmış, herhangi bir haksızlığa temas ettiğinizde yaftayı yapıştırmayı hak olarak görebiliyor. Cumhurbaşkanı bunu seslendirdiğinde ona ne denecek merak ediyorum.
Aslında Sayın Cumhurbaşkanına sorulan sorunun formatı bile bu konudaki ürkekliği sergiliyor. Mesela doğrudan “Efendim, kurunun yanında yaşın yandığı iddiaları var, ne dersiniz?” diye sorulmuyor. Bu kötülük ancak “FETÖ’nün kriptoculuğu”na izafe edilerek soru meşrulaştırılıyor ve huzura getiriliyor. Oysa değerlendirme heyetlerinin başında kriptocular olsun olmasın, haksız tasfiyeler kimden gelirse gelsin gayrı meşru olarak görülmesi lazım.
Burada bir de, Sayın Cumhurbaşkanı’nın “şikayet”inin değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sayın Cumhurbaşkanı’na başta sorduğum soruyu hatırlarsak, bütün tasfiyeler Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın kefaleti ile meşrulaştırılıyor, tasfiye etmemek muhtemel bir FETÖ’cü suçlamasına maruz kalma riski içinde görülüyor.
Oysa bizzat Sayın Cumhurbaşkanı da bu işte at izinin it izine karıştığını, yani doğru anladı isek, kimin FETÖ’cü, kimin kripto, kimin başka bir şey olduğunun bilinmediğini, hiç alakası olmayan insanlara yönelik gelişigüzel yaftalamalar yapıldığını ifade ediyor.
Soru şu:
Sayın Sayın Cumhurbaşkanı’nın önünde “FETÖ’cü ihanet dosyası”na dahil edilmiş, yani yaftalanmış 50 bin insan var, at izi ne it izi ne, nasıl karar verecek Sayın Cumhurbaşkanı?
Beni arayan insanlar, o yapı ile hiç alakalarının bulunmadığını söylüyorlar, ama dertlerini kime anlatacaklar?
İşte 3359’u CHP’nin “mağdur komisyonu”na başvurmuş.
Ak Parti milletvekillerine, Ak Parti il - ilçe yönetimlerine başvuranlar var. İşin garibi onlar da mağduriyetlere muhatap olmaktan ya da onu ilgili yerlere taşımaktan korkuyorlar.
Dün farklı eğilimdeki birçok yazılı basında bu konu gündemdeydi.
Haklı olarak soruluyordu:
- “Tekerlekli sandalyede bir kayınvalideyi tutuklamak” FETÖ ile mücadele midir mesela?
- Karnı burnunda bir kadını kameralar önünde gözaltına almak nedir?
Bence Sayın Cumhurbaşkanı, yıllar sonra “Birilerini haksız yere muğdur etmişiz” dememek için gözaltılara, tutuklamalara, tasfiye listelerine daha yakın plan bakmalı, özellikle haksızlıklara kendisinin kefaleti ile meşruiyyet kazandırılmasına fırsat vermemeli.