Sene 1957, Moskova... 1953’te ölmüş Stalin’in koltuğuna oturmuş Sovyet lider Kruşçev, karşısına Sovyet diktatörün dışişleri bakanı Molotov başta, kadrosunu oturtmuş, ağır sözlerle yükleniyor: Almanları yenince gözünüz döndü, verdiğiniz bir notayla, Türklerin Çanakkale Boğazı’nı, Kars ve Ardahan’ı vereceğini mi sanıyordunuz, dost bir ülkeyi kaybettirdiniz, onları NATO’ya sürüklediniz, şimdi oradaki Amerikan üsleriyle birlikte yaşıyoruz.
Azerbaycanlı Prof. Dr. Cemil Hesenli’nin bize kazandırdığı bu tarihi belge, önemlidir.
Türkiye Cumhuriyeti 'bağlantısız' kuruldu
Devletimizin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk ve kadrosu, aslında, bu devleti “bağlantısızlık” zemininde kurdu. Yüzünü batıya dönmüş ama, Sovyetler Birliği ile dengeli ilişkileri sürdüren, “bağımsız-kendi kaderini tayin eden” devlet anlayışı hakimdi. Önemli örneği, Türkiye’nin 2’nci Dünya Savaşı’na girmemesidir. Cumhuriyet’in ilk kadroları, “bağlantısızlık diplomasisini” zirveye taşıyarak ülkeyi bu büyük yıkımdan uzak tutmayı başarmışlardır.
Stalin’in, Kruşçev’in ağır sözlerle eleştirdiği akıl dışı saldırganlığı olmasaydı, büyük bir telaşla NATO’ya girmeye çalışır mıydık, hayır. Bunu, ne İsmet İnönü, ne de Celal Bayar düşünürdü.
Türkiye ne zaman yüzünü doğuya dönse, Avrasya coğrafyasında bağımsız politikalara yönelse“eksen kayması” laflarıyla ortalığa dökülen “NATO muhiplerini” geçiniz, tarihimizdeki “tek eksen kayması” 1952 yılında NATO’ya üye olunmasıyla yaşanmıştır, dönemin devlet adamlarını suçlayamayız, sorumlusunun kim olduğunu zaten bizeKruşçev anlatıyor.
Kriz daha ilk günden çıktı
Jeo-politik gerçekler bilimseldir, hayallerin yeri yoktur. Yıl 1959... Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Zorlu ve Maliye Bakanı Polatkan BM çalışmaları nedeniyle ABD’ye gidiyor, gitmişken Başkan Eisenhower ile görüşüp, Türkiye’nin ilk sanayi hamlesini başlatmak için ihtiyaç duydukları 300 milyon dolar krediyi talep ediyorlar. Cevap: No!..
Eisenhower,Türk heyetine, diplomatik dille, NATO planlamasında Türkiye’nin bir “tarım ülkesi” olduğunu söyleyip konuyu kapatıyor. Aynı üçlü, dönemin Dışişleri Bakanlığı Ekonomik İşler Daire Başkanı Semih Günver’in raporu doğrultusunda yüzünü Sovyetler Birliği’ne çevirince 27 Mayıs darbesi oluyor, üçü birden asılıyor!..
Bitmedi... Menderes’in ayak izinden 1965’te iktidara yürüyen Süleyman Demirel, Türkiye’nin “ağır sanayi hamlesini” Sovyet teknolojisi ve kredisi ile gerçekleştirirken (Aliağa rafinerisi, Seydişehir Alüminyum Tesisleri, İskenderun Demir-Çelik) kısmetine 12 Mart ve 12 Eylül düşüyor, neyse onu asmıyorlar!..
Erdoğanda Rusya ile Akkuyu Nükleer Santrali’ni yapıyor, S-400 alıyor, yaşadıklarına bir bakın...
Pentagon projesi: Teslimiyetçi Atatürkçülük
Bir darbeler tarihi olarak adlandırılabilecek Soğuk Savaş yılları, o darbelerin Mustafa Kemal’in adı kullanılarak yapılmasına zemin hazırladı. Her biri NATO saldırısı olan darbelerin Türkiye’ye yönelik ideolojik zorlaması, “NATO’cu/teslimiyetçi Atatürkçülük” oldu. Bir Pentagon ürünüdür.
Ergenekon-Balyoz kumpasları, 15 Temmuz’da karşılaştığımız manzara, emperyalist güçlerin kendilerini güvende hissetmek için TSK’yı bir “FETÖ ordusuna” çevirmeye çalıştıklarını bize gösterdi, millet son saldırıya izin vermedi.
Soner Yalçın’ın duruşu önemli
Bu nedenle, SÖZCÜ yazarı Soner Yalçın’ın, “Atatürkçü kanat” adına yaptığı son çıkışları önemsiyorum. O, Attila İlhan’ın son derece doğru görüşlerinden de destek alarak, konu, millet için anti-emperyalist duruş olduğunda bir Atatürkçü’nün nerede durması gerektiğini göstermeye çalışıyor, kuşkusuz ağır saldırılarla karşılaşacaktır.
Gazi’nin izinden yürümek, önce “vatansever” olmak, anti-emperyalist mücadelenin cephesini genişletmektir.
Bunu, emperyalizmin “muhalif değil, nefret eden ol” algı operasyonları ile beynine tecavüz edilmiş kesim ne kadar anlar bilemem... Nedim Şener’in dediği gibi, “Bu kadar zor mu bu ülkenin yanında olmak...”
Nutuk’un satırlarından bakıldığında Soner Yalçın, kitabın doğru yerinde duruyor.
CHP tabanı ise bir yol ayrımına gelmiş durumda: Ya, FETÖ’nün bir kaset kumpası sonucu partinin başına geçmiş ve Amerika’nın parmak izlerini silmek için 15 Temmuz’a “kontrollü darbe” demiş bu kadrodan kurtulacak ya da, Atatürk’e ihaneti seyretmeye devam edecek.
Erdoğan-Bahçeliekseninde oluşmuş “Kuvvayı Milliye cephesinde” neden CHP yok? Erdoğan’ın vize krizi nedeniyle dillendirdiği “tam bağımsız Türkiye” kavramı neden Atatürkçü-sol kesimi en azından heyecanlandırmıyor?
Soner Yalçın’la pek çok konuda görüş ayrılıklarımız olabilir, konu vatan ise bunlar teferruattır.
Verdiğimiz beka savaşında, anti-emperyalist mücadelede kim yanımıza gelirse omuz omuza yürürüz...