Siyonizm bir halkı diasporadan kurtarmayı amaçlarken bir başka halkı sürgüne yollamanın haklı gösterilmesi olarak da algılanabilir. Filistin sorununu Siyonizmin Yürüyüşü merceğinden değerlendirmenin daima Filistin halklarını ve tarihlerini avcı/av ilişkisine indirgeme tahlikesi vardır.
Siyonizmi, Yahudilerin "vaadedilmiş topraklarına geri dönmek için haklı mücadelesi" olarak algılayıp anlatma heveslileri vardır ki ya cahil ya da yalancıdırlar. Bunlar Yahudilerin Akdeniz’in Doğu sahillerine yerleşmelerini şu ya da bu nedenle gerekli görenlerdir. Aslında M.S. 134 yılında Roma egemenliğine karşı başarısız Bar Kohba isyanı sonrasında Yahudiler bu topraklardan sürülmüştü. Filistin'in dizginlerini daha sonra ele alan Pers, Arap, Haçlı, Moğol ve Osmanlı yönetimleri sırasında, bu bölgede küçük bir Yahudi topluluğu varlığını sürdürdü. Diasporanın gönderdiği bağışlarla, yarı aç yarı tok ayakta kalmayı başardı. Yahudilerin ezici bir çoğunluğu vaadedilmiş topraklar söylemine gönülden bağlıdır. Ancak Tanrı'nın ne zaman, nerede böyle bir söz verdiğini gösteren ne bir kutsal kitap vardır ne de bir tür belge. Yahudi tarihini Museviliğin hurafelerinden ayırmak mümkün olmadığından vaadedilmiş toprakları, dinsel bir hayal olarak algılamak en doğru yöntem olabilir. Yahudilerin İsrail Devleti hülyası çevresinde toplanmalarını sağlamak için üretilmiş bir masal da olabilir vaadedilmiş topraklar. Bu deyim öylesine benimsenmiştir ki Siyahiler özellikle 1950'li ve 60'lı yılların başında hak ve özgürlük adına ABD'de sokaklara döküldüğünde, Vaadedilmiş Topraklara geri dönmek istediklerini haykırmış, yakmış, yıkmış, yağmaya durmuştu.
Siyonizmin tarihiyle ilgili çeşitli anlatılar, 19. yüzyılda su yüzüne çıkan ve dinsel ya da manevi olmaktan çok siyasi dürtülerle harekete geçen "İbranilerin yurduna dönme" fikrinin felsefi kökenlerini saptama çabasıyla başlar. Dünyada 19. yüzyılın başında toplam 2.5 milyon Yahudi vardı ve bu sayının yaklaşık yüzde 90'ı Avrupa'da yaşıyordu. Bunların dörtte üçü de Rusya'da ve topraklarının bir bölümünü Prusya'nın ele geçirdiği Polonya'daydı. Doğudaki Yahudiler, özellikle Hıristiyanların tehdit ve baskılarıyla çok zor bir yaşam sürüyordu. Geride kalan ve batıda yaşayan yüzde 14'lük bölümse nispeten daha rahattı. Oysa 18. yüzyıl Yahudiler için iyi başlamıştı. Napolyon 1807'de kendi imparatorluğundaki Yahudilere her türlü özgürlüğü bağışlamıştı. Voltaire ve Diderot gibi yazarlar, Yahudi geleneklerini, Hıristiyanlığa göre küçümserken aydınlanma, kamusal alana yeni bir çağdaşlık (modernleşme) getirmişti. Sekter hoşgörüsüzlüğün yerini liberal değerler alırken, devlet yurttaş ilişkisi "özgürlükçü katılım" temelinde yeniden tanımlanmıştı. Yeni fikirlere uyum sağlayan Yahudi aydınlar Haskalah dedikleri özel bir Yahudi aydınlanması başlattı. Her şey Fransız Devrimiyle birlikte hız kazandı. Yahudiler 1790 yılında tam yurttaşlık hakkı kazanırken, Prusya da Fransa'ya ayak uydurdu ve 1812 yılında bütün özgürlükleri tanıdı...
(Yarın: Tehlikeyi ilk gören Abdülhamid Han ..)